HZ.MEVLANAYI TANIYALIM

Hazret’i Mevlânâ’nın Şahsiyeti:

Huzret-i Mevlânâ’nın Tasavvufî Yaşayışı ve Anlayışı

Dış Görünüşü:

Mevlânâ, sararmış yüzlü ve ince vücutlu idi.

Bu sararmış ve zayıf bünyesinde öyle bir nur ve heybet vardı; gözleri o kadar keskin ve çekici idi ki, kimse dikkatle bakamazdı.

Mevlânâ başına, bilginlere mahsus bir şekilde sank sarar, taylasan (sarıktan sarkan uç) bırakırdı. Sırtına da, bilginlerin giydikleri gibi, bul geniş kollu bir hırka giyerdi.

Şems’in kaybolmasından kırk gün sonra, ömrünün sonuna kadar, beyaz sarık yerine duman renkli bir sarık sardı ve Yemen ile I lint kumaşından yaptırdığı fereci (göğsü açık uzun kollu cübbe) giydi.

Hazret-i Mevlânâ’nın Tasavvufu:

Mevlânâ’nın tasavvufu, hiç bir zaman bir bilgi sistemi yahut hayalî bir idealizm değildir. Onun tasavvufu, irfan, tahakkuk, aşk ve cezbe âleminde olgunlaşmadır.

Mevlânâ, dâima hayâtın gerçeklerini görür, hayâtın bütün gerçeklerini kabul eder, ondan el etek çekmez. Miskinliği, hayattan el etek çekmeyi reddeder; hayâtı, hayâtın içinde yaşatır. Onun dünyayı tarifi, bize, onun tasavvufunu açıklar:

“Dünya nedir > Aüah’dan gafil olmaktır. Kumaş, para, ölçüp tartarak ticaret yapmak ve kadın; dünya değildir.

Din yolunda sarf etmek üzere kazandığın mala, Peygamber, “Ne güzel mal” demiştir.

Suyun gemi içinde olması geminin helakidir. Gemi altındaki su ise gemiye; geminin yürümesine yardımcıdır.

Mal, mülk sevgisini gönülden sürüp çıkardığındandır ki Süleyman Peygamber, ancak yoksul adını takındı.

Ağzı kapalı testi, içi hava ile dolu olduğundan derin ve uçsuz, bucaksız su üstünde yüzüp gitti.

İşte yoksulluk havası oldukça insan, dünya denizine batmaz, o denizin üstünde durur.

Bütün bu dünya, onun mülkü olsa bu mülk, gözünde hiç bir şey değildir.

  1. Hazret-i Mevlânâ’nın Tasavvufunda Gaye:Mevlâna nın tasavvufunda gaye, kulluk ve yokluktur. Dolayısıyla hakîkî padişahlık; gerçek varlık makamına erişmektir:

“Asıl o Allah mülk ve saltanat sahibidir, kendisine baş eğene bu topraktan yaratılan dünya şöyle dursun, yüzlerce mülk, yüzlerce saltanat ihsan eder.

Fakat, Allah huzurunda bir secde, sana ikiyüz devlet ve saltanattan daha hoş gelir.

Ben ne mal isterim, ne mülk; ne devlet isterim, ne saltanat. Bana o secde devletini ihsan et, yeter diye ağlayıp sızlanmaya başlarsın.

“Senin taht dediğin şey, tahtadan yapılma tuzaktır. Konduğun yeri baş köşe sanmışsın ama, kapıda kalakalmışsın.

İğreti padişahlığı Allah’a ver de Allah sana herkesin kabul edeceği hakîkî bir padişahlık versin.

“Yok olmadıkça hiç kimseye yüce huzura varmaya yol yoktur

“Kapıda dolaşan, Benden Bizden dem vuran kapıdan sürülür, “Lâ” makamında dolaşıp durur.”

“Kim benlikten kurtulursa bütün benlikler onun olur.

Kendisine dost olmadığı için herkese dost kesilir.

“Yokluk küheylânı, ne de güzel bir buraktır. Yok olduysan varlık makamına götürür.”

Hazret-i Mevlânû’nın Tasavvufunda aşk

Aşk:  Mevlânâ’nın tasavvufunda,

yaratılışın, hayâtın mânâsı aşktır. Aşk ise, kimseye niyazı, ihtiyâcı olmayan Allah’ın vasıflanndandır. Ondan başkasına âşık olmak da geçici hir hevestir. Yaratılışın sebebi, bütün hastalıkların tabîbi; böbürlenmenin, bencilliğin devası, elemlerin merhemi ilâhî aşktır:

“Mânâ ehliyle düşkalk ki, hem ata ve ihsan elde edesin, hem de fetâ (yiğit, cömert) olasın.

Bu cisimde mânâsız can; hilâfsız, kılıf içinde tahta kılıç gibidir.

Kılıfta bulundukça kıymetlidir. Çıkınca yakmaya yarar bir alet olur.

Tahta kılıcı muharebeye götürme, âh u figâna dikmemek ıçm öııce bir kere muayene et;

Eğer talıtadansa, yürü başkasını ara; eğer elmassa sevinerek ilen gel!

Elmas kılıç, velîlerin silâh deposundadır. Onları görmek size kimyadır.

Bütün bilenler, ancak ve ancak bunu böyle demişlerdir: Bilen, âlemlere rahmettir.

Gülen nar bahçeyi güldürür. Erler sohbeti de seni erlerden eder.

Katı taş ve mermer bile olsan, gönül sahibine erişirsen cevher olursun.

Temizlerin muhabbetini tâ canının içine dik. Gönlü hoş olanların muhabbetinden başka muhabbetlere gönül verme.

Ümitsizlik diyarına gitme, ümitler var. Karanlığa varma, güneşler var.

Gönül, seni, gönül ehlinin diyarına; ten, seni su ve çamur hapsine çeker.

Agâh ol, bir gönüldeşten gönül gıdasını al, onunla gönlünü gıdalandır. Yürü, ikbâli bir ikbâl sahibinden öğren.

Hazret-i Mevlânâ’nın lslâmi Esâslara ve Haz re ti Muhammed Salla’llahu Aleyhi Vesellem’e Bağlılığı:

Mevlânâ’nın İslâmiyet’i anlayış tarzını belirtmeye çalışalım:

Mevlânâ, “Muhakkak ki sizin, Allah’ın yanında en kerîm olanınız Allah’dan çok korkup, günah işlemeyeni- nizdir.” mealindeki âyetin şuuruyla dâima Kur an hükümlerinin âdabına riayet ederek Allah’ın haram kıldığı şeylerden çekinmiş; nefsinin hazlannı terketmiş, olgunluğu elde etmeye mani olan şeylerden el çekmiş; hülâsa Allah’dan kendisini uzaklaştıracak şeylerin hepsinden dâima sakınmış, gerçek takva sahibi bir şahsiyettir.”

Hazret-i Mevlânâ lslâmi Esâslardan Sapmadı:

Şems ile karşılaştıktan sonra, muhitin hazım ve idrâk edemiyeceği bir âleme giren Mevlânâ bütün vecd (kendinden geçerek ilâhî aşka dalma) ve istiğrak (mânâ âlemine dalarak dünyadan habersiz olma hâli) içinde dahi bir an islâm Dîninin esaslarından hârice bir adım atmamıştır.

Hazret-i Mevlânâ’da ibâdet Şuuru:

Mesnevî’sinde:

“Bizim Rabbimiz “Secde et ki, Allah’ın yakınlarından olasın buyurmuştur. Bizim bedenlerimizin secdesi, ruhlarımızın Allah’a yaklaşmasına sebeptir. diyen Mevlânâ, Allah sevgisini yalnız fikir ve mânâ olarak kabullenmez, üzerine farz olan ibâdetleri aşkla îfâ ederdi.

Eflâki şöyle naklediyor:

“Mevlânâ, Ezân-ı Muhammedi’yi işitince, elleriyle dizlerinin üzerine basıp, olanca heybetiyle ayağa kalkar:

“Ey kendisiyle rûşen olan canımız ! Adın ebediyete kadar kalsın” der; bunu üç defa tekrarlar, sonra:

” Bu namaz, oruç, hac ve cihâd, itikadın şahididir.

Hediyeler, armağanlar ve sunulan şeyler benim seninle hoş olduğumun, seni sevdiğimin şahididir.

“Eğer Allah sevgisi, yalnız fikir ve mânâ olsaydı senin oruç ve namazının zahirî suretleri de kalmazdı, yok olurdu.” diyerek tam hir tevazu ve niyazla namaza dalardı.

 Hazret-i Mevlânâ Kur’ân-ı Kerime Hayran;

Hazret-i Muhammed’e Kurbân’dır:

Mevlânâ, şu rubâisiyle Kur’ân-ı Kerîme ve Hazret-i Muhammed Sallallahu aleyhi ve sellem’e bağlılığını apaçık ilân ederek:

“Canım bedenimde oldukça Kur ân’ın kuluyum;

Seçilmiş Muhammed’in yolunun toprağıyım.

Birisi, sözlerimden, bundan başka bir söz naklederse,

O nakledenden de bezmişim ben, bu sözden de bezmişim. demektedir.

Hazret-i Mevlânâ’nın Hüviyeti:

Mevlânâ’nm eserleri ve yaşayışı dikkatlice tedkik edildiğinde, rahatlıkla şöyle söylenebilir:

Mevlânâ kendi ilmini, Hazret-i Muhammed’in ilminde; irfanını, Hazret-i Muhammed’in irfanında; benliğini, Hazret-i Muhammed’in benliğinde; hâsılı bütün varlığını, O’nun varlığında yok ederek manevî hüviyetini, Hazret-/ Muhammed’in manevî hüviyetinin parlak meş’alesi nurundan yakıp uyandırmıştır.

Nitekim kendisi de, bu hakikati şu mısralarında belirtmektedir:

“Biz Allah’ın sâyesiyiz, Mustafâ’nın nurundanız.

Sedef içine damlamış çok kıymetli bir inciyiz-

Herkes suret gözüyle bizi nereden görecek?

Biz Kibriya’nın (büyüklük ve yücelik sahibi Allah’ın) su ve balçık içinde belirmiş nuruyuz

O nun İnsana Bakış Dâiresinin Merkezi:

Bilinmelidir ki, Mevlânâ’nın, bir kâmil mürşid «olarak manevî vazifesi, yaratılışın gayesi çerçevelinle, insanların hidâyetine ve ebedî saadetine veale olabilmektir. Bu ilâhi gayenin gayreti ve yüklendiği manevî vazifenin şuuruyla:

“Biz pergel gibiyiz■ Bir ayağımız Şeri’at’de (âyet, hadis, icma’i ümmet ve kıyas-1 fukahâ üzerine kurulmuş olan din kaidelerinde) sağlamca durur, öteki ayağımız yetmişiki milleti dolaşır. demektedir.

. Onun Engin Hoşgörüsündeki Sır, Nur, Şuur, Hur ur.

Onun engin hoş görüsünde Tevhîd’in sim, Kuranın nuru, îmânın şuuru ve Muhammedi ahlâkın huzuru vardır.

Mevlânâ’nın Tevhidin neşesiyle ve Muhammedi feyzin coşkunluğu ile özünde olan engin hoşgörüsünü yaşayışı ile de, nükteli bir biçimde, ortaya koyduğunu görmekteyiz. Zâten Mevlânâ’nın şahsiyetindeki olgunluk ve bariz vasıf, söylediğini yaşamasıdır ve fikrini hareketiyle göstermesidir.

Bu hususa bir misâl verelim.:

Bir Semâ meclisinde Mevlânâ, Semâ etmektedir. Birdenbire Hıristiyan sarhoş Sema’a girer. O sarhoş heyecanlar göstererek Mevlânâ’ya çarpmaktadır. Bunun üzerine dostlar o sarhoşu incitirler. Mevlânâ, o sarhoşu incitenlere hitaben:

“Şarâbı o içmiştir, sarhoşluğu siz ediyorsunuz” buyurur. Dostlar, o sarhoşu tanıtmak için, cevaben:

“Tersâdır (hıristiyandır)dediklerinde Mevlânâ, tersânm diğer, korkak ve korkan, mânâsını imâ ederek:

“O tersâ (korkar ve korkan) ise siz niçin değilsiniz?”

Der ve dostlar, yaptıkları hatâdan dolayı özürler

dilerler.

 Hazret-i Mevlânâ’nm Eğitimci Yönü

O’nun İnsana Bakışı:

Mevlânâ, insana fâsık (günahkar) da olsa, kâfir de olsa, engin bir görüşle ve rahmet dolu bir nazarla bakmıştır. Çünkü o, Mesnevi’sinde  de ifade ettiği gibi Allah’ın, fâsık ve putperest de olsa, kendisini çağırana icabet edeceğini müdriktir.

Mevlânâ, Muhammedi feyze tam mazhar olarak rahmet mâdeni olmuş, Kur an-ı Kerîm de buyurular»;

“Allah’ın rahmetinden ümidinizi kesmeyiniz. mealindeki ilâhî müjdenin hakikatine ermiş bir Allah dostudur. Onun içindir ki, bütün insanlığa coşkunlukla

“Ümitsizlik semtine gitme; ümitler vardır.

Karanlık tarafa gitme; güneşler vardır. diye haykırır.

Kâmil insan olarak, böylesine, ilâhî rahmet ve Rahmânî ümitlerle dopdolu olan Mevlânânın hiç kimseye hor bakmıyacağı gayet tabiîdir ve hassasiyetle 5u tavsiyede bulunur:

“Hiçbir kâfiri hor görmeyin. Olur ya, müslünuın olarak ölebilir. Ömrünün sonundan ne haberin var ki ondan tamamiyle yüz çefiriyorsun?

O nun Halka Bakışı:

Mevlânânın nazannda, kim olursa olsun, her şeyden evvel insan vardı. Halk tabakasından olsun, yüksek

tabakadan olsun, onun için farketmezdi. Bilakis halka pek merhametliydi. Gariplere karşı dâima gönül alıcı davranırdı.

Mevlânâ bir gün Ilıca’ya gitti. Emir Alim Çelebi, daha önce davranarak hamama vardı ve Mevlânâ’nın dostlarıyla beraber kalabilmesi için bütün insanları hamamdan dışan çıkarttı, sonra havuzu kırmızı ve beyaz elmalarla doldurttu. Mevlânâ içeri girdiği vakit, hamamın soyunma yerinde insanların acele ile elbiselerini giydiklerini ve havuzun da elmalarla dopdolu olduğunu gördü. Emir Alim Çelebiye hitaben dedi ki:

“Ey Emir Alim! Bu insanların canları elmadan daha mı az kıymetli ki, onları dışarı edip havuzu elmalarla doldurdun. Onlardan biri, elmaların otuz mislidir. Yalnız elmalar defti, bütün dünya ve içindeki şeyler, insanlar için değil midir.’ Eğer beni seviyorsan, söyle de hepsi hamama girsinler. Fukarası, zengini, sağlamı ve zayıfı dışarıda kalmasın ki, ben de onların davetsiz misafiri olarak suya girebileyim, onların sayesinde biraz dinlenebileyim.

  1. O, Çevresine Rahmettir:

Etrafındakilerin ve kendisi ile oturup kalkmak isteyenlerin, sultanlar, emirler, zenginler ve hep ileri gelen kimseler olmasına rağmen Mevlânâ, daha çok fakirlerle, zaruret içinde olanlarla düşüp kalkardı. Müridlerin çoğu da, zâten hor ve hakir görülen kimselerdi.

Müridlerini kınayanlara, Mevlânâ’nın verdiği cevap dikkat çekicidir.

“Benim müridlerim iyi insanlar olsalardı, ben onların müridi olurdum. Kötü hisarı olduklarından, ahlaklarını değiştirip iyi olmaları, iyiler ve iyi amel eden insanların arasına girmeleri için müridliğe kabul ettim. Allah’ın rahmetine mazhar olanlar kurtulmuşlardır; fakat lanetine uğramışlar tedaviye muhtaç hastalardır, işte biz bu lânetlikleri rahmetlik yapmak için dünyaya geldik.”O10)

  1. Onun Aileye Bakışı:

a- Hazret-i Mevlâna İnce Ruhlu Nâzik Bir Baba:

Mevlânâ, ince ruhlu, gayet hassas ve nâzik bir baba; gönül almakta, gönül okşamakta ve kadirşinaslıkta örnek bir aile reisidir.

Gelini Fatma Hatun’a ve oğlu Sultan Veled’e gönderdiği mektupları okuduğumuzda, onun ince ruhunu, nezâketini ve kadirşinaslığını açıkça görmekteyiz.

Gelinine hitap ederken kullandığı:

“Bizim de gönlümüzün, gözümüzün ışığı aydınlığı; âlemin de gönlünün ve gözünün ışığı, aydınlığı…”(I1

“Canım canına karışmıştır, birleşmiştir. Seni inciten her şey beni de incitir… Sizin gamınız, on kat fazlasıyla bizimdir. Sizin düşünceniz, tasanız; bizim düşüncemiz, bizim tasamızdır… Azîz oğlum Bahâeddin sizi incitirse, gerçekten sevgisini ve gönlümü ondan alırım… ifadeleri onun hassas ruhunun, nezâketinin ve gönül okşayıcılığının delilidir.

b- Hazret-i Mevlânâ Kıymet Bilen Bir Dost: Oğluna hitaben yazdığı mektubundaki şu cümlelerde onıın kadirşinas şahsiyetinin aynasıdır:

“Pâdişâhımız Şeyh Selâhaddm’in kızının hatırına riâyet etmeniz için  birkaç satır yazıldı… Allah için şu babanızın yüzünü, kendi yüzünü, bütün soyumuzun, sopumuzun yüzlerini ak etmek istersen, onun hatırını aziz, ama pek aziz tut, onu can ve gönül tuzağıyla avlamak için her günü ilk gün, her geceyi gerdek gecesi say..

c- Hazret-i Mevlânâ Gönül Alıcı; Örnek Bir Baba:

Mevlânâ’nın, davranışıyla ve tavsiyesiyle, nasıl bir baba ve nasıl bir ruh terbiyecisi olduğunu anlamak için de Sultan Veled’in şu hâtırasını okuyalım:

“Birgün bana büyük bir ruh bezginliği ve iç sıkıntısı geldi. Beni bezgin ve sıkıntılı gören babam:

“Birinden mi incindin de böyle sıkıldın.'” dedi. Ben: “Bilmiyorum,

bu ne hâldir?” dedim. Babam kalkıp eve gitti ve bir müddet sonra, kurt postunu çevirip başına ve yüzüne geçirmiş bir hâlde ve çocukları loırkuttukLın gibi “Bu! Bu! Bu!” yaparak yanıma geldi. Babamın bu hoş hareketinden bana bir gülmedir geldi; anlatılamayacak derecede güldüm. Yere kalkınarak ayaklarını öptüm. Babam

“Bahâeddirı! Eğer bir güzel sevgili sana sıkı sıkıya bağlansa, dâima seninle şaka, şenlik else ve birdenbire yüzünün şeklini değiştin/) gelse ve sana ” Bu! Bu! Bu!” dese ondan hiç korkar mısın?” buyurdu. Ben de “Hayır, korkmam.” dedim. Buyurdu ki:

“Seni sevindiren, seni sevinç ve neşe içinde tutun sevgili, setıi üzen ve kendisinden sıkıntı duyduğun aynı sevgilidir. Hep odur, hep ondandır ve ondan fey izlenir sin. O hâlde niçin boş yere üzgün duruyor, sıkıntının elinde âciz kalıyorsun.

“içinde sıkmtı görünce onun çâresine bak; çünkü dalların hepsi kökten biter.

İçinde genişlik, ferahlık görünce ona su ver. Kalb

ferahlığının verdiği meyvayı da, dostlara ve ahbaplara sun.
. O’nun Ahlâkî ve Sosyal Yönü

  1. insanî Münasebetlerde Dikkat Ettiği Hususlar:

Mevlânâ, hasımları tarafından kendisine reva görülen dil uzatmalara ve uygunsuz lakırdılara hiç acı cevap vermez; yumuşaklıkla mukabelede bulunurdu.

Molla Câmî, şöyle naklediyor:*116)

Mevlânâ’ya düşmanlık güden Konyalı Sirâceddin’e Mevlânâ’nın: “Ben yetmişiki milletle beraberim” dediğini söylediler. Sirâceddin de düşmanlığından, Mevlânâ’yı huzursuz etmek ve kıymetten düşürmek niyetiyle, yakınlarından olan bir âlimi ona gönderdi. O âlim, Sirâceddin’in talimatına göre, büyük bir kalabalık içinde Mevlânâ’ya, sen böyle mi söyledin, diye soracak, şayet

ikrar ederse kendisini edep dışı sözlerle incitecek, insanlar arasında mahcup edecekti.

O âlim, Mevlânâ’nın huzuruna geldi ve sordu:

“Seti yetmişiki milletle beraberim diye söyledin mi

Mevlânâ da cevaben:

“Evet demişim” deyince, o âlim ağzına geleni söyledi, aşırı derecede ileri geri konuştu. Mevlânâ tebessüm ederek dedi ki:

“Senin bu söylediklerine rağmen, seninle de beraberim.”

Hizmetkârlara Karşı Davranışı:

Mevlânâ, cariyelere, hizmetkârlara karşı muamelesinde ve anlayışında da güzel ahlâklıdır. O dâima gönül verdiği Hazret-i Muhammed’in güzel ahlâkıyla ahlâklanmış bir şahsiyettir. Hazret-i Muhammed’in, “Onlara giydiğinizden giydiriniz; yediğinizden yediriniz-” hadisinin şuûrundadır.

Mevlânâ’nın kızı Melike Hatun, birgün cariyesine sert davranmış, onu azarlamıştı. Kızının bu durumunu gören Mevlânâ, ona:

“Onu neden incitiyorsun! Acaba, o hanım; sen de cariye olsaydın ne yapardın? İster misin ki, bütün dünyâda Allalı’dan başka kimsenin hilesi yoktur, diye fetva vereyim. Hakikatte onların hepsi bizim kardeşlerimizdir.”1117) der.

Suçlulara Karşı Muamelesi:

Mevlânâ, güzel ahlakıyla hep affedici olmuş, suçlulara karşı gösterdiği hoş anlayış ve muâmelesiyle, onları cemiyete, insanlığa kazandırmıştır.

Mevlânâ, birgün odasında namaz kılıyordu. Birisi içeri girdi ve fakirim, hiçbir şeyim yoktur, dedi. Sonra Mevlânâ’yı namazın huzuruna dalmış, kendisinden habersiz olduğunu anlayınca ayağının altındaki halıyı çekti ve alıp gitti.

Hoca Mecdeddin bu durumu öğrenir öğrenmez, o şahsı aramaya başladı ve onu bit pazarında halıyı satarken yakaladı, sonra eziyet ede ede o fakiri Mevlânâ’nın huzuruna getirdi. Mevlânâ, Hoca Mecdeddin’e şöyle dedi:

“ihtiyâcından ötiirii bunu yapmıştır, ayıp değildir. Onu mazur görüp, ondan halıyı satın almak lâzımdır. 6. O’nun Anlayışında Çalışım ve İnsan:

“İnsanın elde ettiği şey,

zararsa çalışmamasından ileri gelmiştir; kârsa çalışıp çabalamasından.

“KdtanmaJc da ekin ekmeye benzer, ekmedikçe ona sahip olmaya hakkın

yoktur.

“Hiç buğday ektin de, arpa verdiğini gördün

Sözleriyle Mevlânâ,

dostlanna çalışmayı emrederdi.

Miskinliği reddeden Mevlânâ derdi ki:

“Tevekkül ediyorsan, çalışmak hususunda da tevekkül et; kazan da sonra Allah’a dayan.

“Birisi bir define buluverir,” Ben de onu istiyorum,dükkanla, alışverişle ne işim var?” der.

Baht işi bu, fakat nâdirdir. Tende kudret oldukça çalışıp kazanmak gerek. Çalışıp kazanmak, define bulmaya mani değil ya. Sen işten kalma da, nasibinde varsa define de arkandan gelsin.”

O, Dostlarına, Helâl Kazanç ve Helâl Lokmayı Tavsiye Ederdi:

Mevlânâ, dostlarına, ne olursa olsun helâl kazancı, helâl lokmayı tavsiye ve emrederdi:

“Nur ve kemâli arttıran lokma, helâl kazançtan elde edilen lokmadır.

İlim ve hikmet helâl lokmadan doğar; aşk ve rikkat (gönül inceliği) helâl lokmadan meydâna gelir.”

Onun Dostlarına Emri: Dilenmeyin!…

Mevlânâ, dostlarına dilenmeyi yasaklamış ve: “Biz, kendi dostlarımıza dilencilik kapılarını kapattık. Dostlarımız, ticâret, kitabet veya harhangi bir el emeği ve alın teri ile geçimlerini temin etsinler. Biz Hazreti Peygamber’in “Gücün yettikçe, istemekten sakın.” emrini yerine getirdik. Bizim müridlerimizden kim bu yolu tutmaz ise, onun bir pul kadar değeri yoktur.”  buyurmuştur.

III. Hazret-i Mevlânâ’nın Kâinatı Kucaklayan Değeri: insan Sevgisi ve Hoşgörüsü…

Mevlânâ’nın kâinatı kucaklayan değeri, insan sevgisi ve hoşgörüsü, Allah’a olan hudutsuz aşkının ve Muhammedi feyze tam mazhar olarak rahmet mâdeni oluşunun tabiî neticesidir. Taşıdığı İlâhî aşk, eriştiği Muhammedi feyz, onu mahviyet sahihi yapmış; benliğini, kibrini almıştır. Mevlânâ’nın işlerinde kendini beğenmişliğin zerre kadar görülmemesi bundandır. O, kibirden ve nefretten arınmış; mahviyet ve muhabbetle bezenmiştir.

Mevlânâ, alçak gönüllülükte büyüklük, büyüklükte alçak gönüllük; varlıkta yokluk, yoklukta varlık; hiçlikte kemâl, kemâlde hiçlik gösterirdi.

Mevlânâ’nın hudutsuz insan sevgisinde ve hoşgörüsündeki temel esaslardan bir diğeri de, Müslümanlığın üzerinde’ hassasiyetle durduğu, “insan yaratılmışların en şereflisidir” düstûrudur. Mevlânâ bu şerefin şuuruyla insanları kucaklar; yaratılmışları, âşık olduğu yaratandan ötürü, herhangi bir nefis mücadelesine girmeden, rahatlıkla hoş görüverir.

Mevlânâ’nın, kim olursa olsun insanları hoş görüşü, insanlara hoş davranışı, kendisini dâima küçülterek insanlara hayırlı dualar etmesi, kendi önünde kapananlara, kâfir de olsa, mukabelede bulunması, onun İlâhî aşkla, ilâhî cezbelerle ve Allah’ın cemâl nurlarına gömülmüş olarak yaşamasındandır.

  1. O’nun Toprak gibi Yaşayışından Bir Tablo:

Birgün bir Ermeni kasabı, Mevlânâ’ya rastladı, onun önünde yedi defa yere baş koydu. Mevlânâ da baş koydu. Mevlânâ hâl diliyle yaşadığını haykırıyordu:

“İnsan oğullarının hamuru topraktandır. Eğer insan, toprak gibi olmazsa Adem oğlu değildir.”*l28)

  1. O’nun Tevazuu (Alçakgünüllüğü) ve Mahviyyeti (Yokluğu):

Rivayet edilen şu vaka çok dikkat çekici, hayret vericidir:

istanbul’da bilgin bir rahip vardı, Mevlânâ’nın ilmini, hilmini, tevâzûunu işitmiş, ona hayran olmuştu. Mevlânâ’yı görmek üzere Konva,’^          Kendisini

karşılayıp ağırlayan şehrin rahipl)«trjnjen Mevlânâ’nın ziyaretini rica etti. Toplu bir halde, Mevlânâ’nın ziyaretine giderlerken yolda karşılılar. Rahip hemen Mevlânâ’nın önünde yere baş koydu. Yerden başını kaldırınca, Mevlânâ’nın başının yerde olduğunu gördü.

Mevlânâ’nın önünde defalarca yere baş koyan rahip, her başını kaldırdığında, Mevlânâ’nın başının yerde olduğunu görüyordu. Nihayet dayanamayıp feryâd ederek:

“Ey dinin sultânı! Benim gibi zavallı ve kirli birine karşı gösterdiğin bu ne tevazu; bu ne kendini hor görmeklikıir” dedi. Mevlâna da şu cevâbı verdi:

“Allah’ın rızıklarıdırdığı, mal ile cömertlik yapan; güzellikle, iffet sahibi olan; şeref ile tevazıı gösteren; saltamı ile adaleti icra eden kimselere ne mutlu” diyen bizim sultanımız Muhammed Mustafa’dır. Öyleyse, Allah’ın kullarına nasıl tevazu göstermiyeyim ve niçin kendi küçüklüğümü belirtmiyeyim. Eğer bunu yapmaz isem neye ve kime yararım?”

“Yolun güneşi olan Peygamber bile “Nefsini aşağılayan kişiye ne mutlu!” dedi.

Ona kulluk etmek, sultanlıktan iyidir; çünkü “Ben, ondan hayırlıyım” sözü, şeytan sözüdür.

Adem’in kulluğu ile Iblis’ın kibrine bak da aradaki farkı gör, Âdem’in kulluğunu seç!(l29)

Rahip ve arkadaşları, Mevlânâ’nın bu hâli ve sözleri karşısında müslüman oldular.

Mevlâna, huzur içinde, medresesine döndüğünde, neşeyle ve sevinçle oğlu Sultan Velede:

“Bahâeddin, Bahâeddin! Bugün zavallı bir ralıi(), bizim tevâzûmuzu elimizden kapmaya niyet etti, fakat Allah’a hamd olsun, Allah’ın bağışladığı hidâyetle ve Peygamber Efendimizin yardımı ile tevâzûda ona galip geldik?” (1 i0) demiştir.

Haçlıların kılıcı müslümanların kanı ile boyanmış olduğu tarihi bir hakikat iken, büyük bir din adamının, Hak dinin dışında olanlara karşı gösterdiği tevazu hayret verici bir durumdur. Fakat onun, islâm adına dâima kazandığını görmekteyiz. Elinden tuttuğunun, gözüyle baktığının, önünde eğildiğinin hidâyetine ve ebedi saadetine vesîle olmuş, Allah’a ulaştırmıştır.

  1. Hazret-i M evlâna Oğluna Der ki:

Mevlânâ’nın, biricik oğlu Sultan Velede etmiş olduğu bugün de tazeliğini muhafaza etmekte olan öğütleri, -onun tanıtmaya çalıştığımız- şahsiyetinin özü, özetidir; hudutsuz çerçevesidir.

Mevlânâ, oğluna der ki:

“Bahâeddin! Eğer dâima cennette olmak istersen,

herkesle dost ol, hiç kimsenin kinini yüreğinde tutma! Fazla bir şey isteme ve hiç kimseden de fazla olma! Merhem ve mum gibi ol,

iğne gibi olma,

Eğer hiç kimseden sana fenalık gelmesini istemezsen

fena söyleyici,

fena öğretici,

fena düşünceli olma!

Çünkü bir adamı dostlukla anarsan, daima sevinç içinde olursun. İşte o sevinç Cennetin tâ kendisidir.

Eğer bir kimseyi düşmanlıkla anarsan, dâima üzüntü içinde olursun. İşte bu gam da Cehennemin tâ kendisidir.

Dostlarını andığın vakit içinin bahçesi, çiçeklenir, gül ve fesleğenlerle dolar.

Düşmanları atulığm vakit, için dikenler ve yılanlarla dolar, canın sıkılır, içine pejmürdelik gelir. ■

Bütün peygamberler ve velîler, böyle yaptılar, içlerindeki karakteri dışarı vurdular. Halk onların bu güzel huyuna mağlup olup tutuldu, hepsi gönül hoşluğu ile onların ümmeti ve müridi oldular.(151

ç. Hazret-i Mevlânâ Oğluna Der ki:

Mevlânâ, oğluna der ki:

“Bahâeddin! senin düşmanını sevmeni, düşmanınında seni sevmesini istersen, kırk gün onun hayrını ve iyiliğini söyle. O düşman senin dostun olur; çünkü gönülden dile yol olduğu gibi, dilden de gönüle yol vardır.

Allah’ın sevgisini de aziz isimleriyle elde etmek mümkündür. Allah buyurdu ki: “Ey kullar, kalbinizde arınma olması için beni çok anmaktan geri durmayın.”

Kalbinizde arınma ne kadar çok olursa, Allah’ın nurunun parlaklığı da kalbde o nispette fazla olur. Nitekim, ekmekçinin tandırı ne kadar sıcak olursa, o kadar ekmek alır. Soğuk olunca ekmek almaz

  1. Son Söz

Hazret-i Sultan Veled’den:

Bahsimizi, Mevlânâ’nın çok yüce, pek engin feyiz nurlarının parlaklığı içinde teessüs etmiş olan Mevlevî Yolunun gelişmesine, yayılmasına, ilmiyle, irfânıyla, şiir ve eserleriyle, yüksek fazilet ve himmetiyle büyük hizmetler etmiş; Mevlânâ’nın “Sen yaratılış ve huy bakımından, insanların bana en fazla benziyenisin”