RİND İLE ZAHİD İN YENİ YORUMU

FUZULİ

Divan edebiyatının en büyük şairidir (1480-1556). Fuzuli‘nin asıl adı Mehmet’tir.(Mehmed B.Süleyman) Irak’ta Kerbelâ’da doğdu, öğrenimini Bağdat’ta gördü. Gençliği, Safevi Türk İmparatorluğu’nun parlak dönemine rastlar. Bağdat’a yerleşti ve ömrü boyunca Irak’tan hiç ayrılmadı. Kanuni Süleyman 1534’te Bağdat’ı fethettiği zaman padişaha kaside yazıp sunduğu gibi, veziriazam Damat İbrahim Paşa, vezir Rüstem Paşa, nişancı Celâlzade Mustafa Çelebi gibi devlet ileri gelenlerine de kasideler yazdı. Fuzuli, çok yönlü bir şairdir. O alim bir şairdir. Bilerek ve isteyerek ilim tahsil etmiştir. Eserlerinin konularına bakıldığında bu açıkça görülmektedir. Bu eserlere bakarak ona niçin bir İslam mütefekkiri demiyoruz, hatta onu İslam filozoflarının arasında saymıyoruz. Bu anlaşılabilir değil.
Fuzuli nin Türkçe ve farsça  Divanlarına baktığımızda çok derin bir tasavvuf bilgisinin olduğu görülür.
Divanlarında Mutasavvıf
Leyla ile Mecnun da Çok güçlü bir Hikayeci
Beng ü Bade’de  Mukayese eden bir siyasetçi
Rind ile Zahid de bir Eğitimci
Sohbetül  Esmar’da  Meyveleri konuşturan bir nebatatçı
Hadikatü’s Süeda da bir Tarihçi
Hadisi Erbain de İslam Bilgini
Hüsn’ü Aşk (Sıhhatu Maraz) da ise Tıp Bilgini olarak karşımıza çıkar.

Mehmed B.Süleyman neden  “Fuzuli “ Mahlasını kullanmıştır.

*Fuzuli kelimesinin iki anlamı vardır:
1. Gereksiz
2. Faziletli
Fuzulî bu mahlası seçerken muhtemelen bu iki anlamı düşünmüştür. Zaten devrinde şairler tarafından gereksiz denilerek alay konusu olmuştur. Ancak şiirlerindeki mükemmeliyet ile bu kıskanç tenkitleri susturmuştur.
Fuzulî özgün olmak istemiştir. Bu mahlası seçmesinin asıl maksadı budur. Çünkü birçok mahlas şairler tarafından iki, üç hatta dörder defa kullanılmasına rağmen başka bir Fuzulî mahlaslı şair bulunmamaktadır.
Fuzulî nin mahlasıyla ilgili anlatılan bir nükte vardır ki Fuzulî nin hazır cevaplılığını gösterir.

Bir gün Fuzulî ile o devrin Divan şairi Rûhî (Bağdatlı)beraber yürümektedirler. Yol üzerinde yere yatmış, kir pas içinde bir köpek görürler. Rûhî, Fuzulî ye takılmak için:
Ey Fuzulî! Şu köpeğe bak ne kadar fuzuli, der.
Fuzulî altta kalır mı? Yapıştırır cevabı:
Vur  tekme yi çıksın rûhi…

Bu Divan edebiyatımızın büyük şairi, mutasavvıf, İslam ve Tıp Bilgini şahsiyeti tanıtmak okuyucularıma  hayatın değişik zamanlarında karşılarına çıkacak hallerdeki O’nun felsefesini bir yudumcuk anımsatmak için Rind ile Zahid Hikayesinden baba ve oğlu günümüze yaklaştırarak konuşturdum. Bu hikaye yi insanın aklı ile yüreğinin konuşması olarak ta okuyabilirsiniz. Akıl kendine göre doğru bulduklarını mantık süzgecinden geçirip söyler, Yürek ise yaratılıştan olan duyguları ile ortaya koyar. Hangisinin doğru olduğunu tartışmaya gerek yoktur, ancak ikiside birbirlerine hakim olup bir olduklarında doğruyu bulacaklardır.

Rind ve Zahid ne anlam taşıyor?

Rind ve zâhid, klâsik şiirimizde sıkça kullanılan iki insan tipidir. Rind, her zaman itibar gören bir insan tipi olmakla beraber zâhid, ikinci sınıf insan muamelesine tabi tutulmuştur. Rind ve zâhid, her şeyiyle tamamen birbirine zıttır. Şâirler kendilerini bir rind olarak sayar ve bunun yanında dilencilik, fakirlik, derbederlik, sarhoşluk, âşıklık gibi sıfatları da bununla birlikte kullanırlar. Zâhid, klâsik şiirimizde İslâmiyet’in estetiğini kavrayamamış, pişmemiş, şekilci, nasihatçı bir insan tipi olarak karşımıza çıkarken rind, umursamaz, kalender, gariban görünüşlü olmasına karşın Allah aşkıyla mest olmuş kişidir. Zâhid; akla önem verir, akıl ve mantığıyla karar verir. Rind ise yüreğinin götürdüğü yere gider her işte gönlüne danışır. Zâhidin elinde tesbihi vardır, rindin ise kadehi… Zâhid, aşkı ve sevgiliyi yasaklar; rind mescide uğramaz, meyhaneyi yurt edinmiştir. Rindin giyimine kuşamına dikkat etmeyen derbeder haline karşılık zâhid, sakal ve sarıkla karşımıza çıkar. Zâhid, yaptığı tüm işleri cenneti umarak yapar, rindin ise cennet ve cehennem umurunda değildir, yarını düşünmez bu günü yani anı yaşar. Zâhidin, yaptığı amellerde riyâ hakimken, rind samimiyetten ödün vermez. Zâhid mala mülke önem verirken rind, dünyadan elini eteğini çekmiştir. Zâhid, zâhire (dış görünüşe) göre hüküm verirken; rind, batına (içe) önem verir. Klâsik Türk Şiirinde Fuzûlî, Nedim, Bakî, Nef’î gibi şâirler daha çok ön plana çıkarmıştır. Bunların dışında kalan tüm şâirlerimiz de rindliğe sahip çıkmış ve onu yüceltmişlerdir. Zâhidliği ise yerden yere vurmuş, benimsememişler.

Fuzuli, rind ve zahid tipleri konusundaki görüşlerini Farsça düz yazı olarak yazdığı Rind ü zahid adlı eserinde net bir şekilde ortaya koyar. Zahid baba ile Rind oğlu arasındaki tartışmada Zâhid, zâhir ilimlerinin, Rind de bâtın ilimlerinin savunucusudur. Fuzûlî, aklı ve düşüncesi ile Zâhid’e bağlıdır, gönlü ve duyuşu ile de Rind’in tarafını tutar. Ne iki yüzlü menfaatçi Zâhid’i, ne de Rind’in ayıplanan taraflarını hoş görmez. Fuzuli aralarını bulmuş olsa da edebiyatımızdaki  rind ve zahid münakaşası bitmez.

Rind, hind dilinde vaktiyle bugünkü genç gibi her ne yapsa alkışlanır bir sınıfın adı idi. Bugün, yeni edebiyatımızda yeri kalmadı. Farsça sözlüklere bakılınca “rind”in manalarının karmakarışık yazıldığı görülür. Bunların cümlesi göz önüne alınınca görülür ki (rendîden) tahtayı  kazıyıp düzeltmek fiili kökünden gelen tahta kazıma aletine “rende” denir. Rende ile kazınan kazıntıya(yonga) hind vezninde “rind” denir. Mecâzen, haysiyetsiz, alelâde adamlara bizdeki “süprüntü” gibi yaygın olarak ad olmuştur. Haysiyetini gözetmeyip meyhanelerde yiyip içen, çalıp oynayan sefa düşkünü kimseye de “rind” demişlerdir. Aslında rind, zahiri ayıplanmış ve batını selim kimseye de kullanılır. Rind, tenkide açık tarafları olsa da hakikatte aldırışsız hâl ve kıyafetle gezecek derecede dünyaya değer vermeyen bilge kişilerin ortak adıdır. Sonraları şair, edib, zarif, yeme içme ve sohbete düşkün insanlara da rind denilmiştir. Daha sonra evliyaullahdan ve tarikat ehlinden lâubâli meşrebli bir mezhebe pek bağlı kalmayan ve gelişi güzel tabir olunan gayrı mutaasıp, sermest ve aşk-ı ilahide olan ariflere de rind vasfı yerinde görülmüştür. Gerçi cümlesi tartışma  götürür şeyler ise de bu zatların gerek halleri ve işleri gerek şiirleri ve gidişatı salih kimseler ve zahidlerin meslek ve meşrebine zahiren uygun olmadığından halkın rind tabirini üzerlerine almış oluyorlar… Osmanlı edebiyat tarihinde şeriatın zahirine uymayan ve tasavvuf neşesiyle şiir yazanların cümlesi kendilerinim ilahî rindler zümresinde saymışlardır.

 GİRİŞ

Önceleri  Dünyamızda olgun, ölçülü, Allah’tan korkan, onun emirlerine uygun yaşayan bir ulu kişi vardı. Dünya güzelliklerinin esaretinden kurtulmuş, onu uğraştıracak dünya işlerinden kendisini arıtmıştı. Canlı cansız varlıkların beli ona hürmetle bükülür, İnsanlar arasında muteber ve saygın dı, Dünya ve ahiret ilimlerini öğrenmiş, alim biriydi, mevkii makam sahipleri onun ayağının tozuna muhtaçtı. Kabul makamının başında otururdu. Allaha ulaşmak yolunda ona tabi olan, onu takip eden,  onun vasıtasıyla Allah katında yakınlık ve muteberlik makamlarını arzulayan dervişlere sahipti. Her iki alem dede ağırlığı olan, kısaca her ilimden nasibini almış bir zattı.

Bu ulu kişinin, idrak kabiliyeti çok yüksek, zamanın da az rastlanır zeki, fakat henüz yaratılıştaki hikmetin manasını kavrayamamış çok genç bir oğlu vardı.

Oğul, erdemli ve bilgili yetiştiriliyordu. Yücelik yolunda işlenen bir madendi. Parlak zekası  her yerde ve her konuda hemen dikkat çekerdi. Davranışlarıyla güzel ahlakın bir örneği oluyordu.

Ulu kişi oğlundaki bu zeka parıltılarını ve idraki görünce, onunla konuşma vaktinin geldiğini düşünüp, gerekli kapıları açması için yardımcı olmaya karar verip söze başladı:

KAPILARIN AÇILIŞI

Ey gönül bağlayan oğul ! Ey Kutlu evlat!

Bilesin ki Allah’ ın kudret ve iradesiyle, her insanın oluş sebebi tohumu değişik özelliklerde atılmış, onların her birinin alın yazısı farklı yazılmıştır. Kimilerini doğru yola sevk edip, hak yolunun yolcusu yapmış, makamını yükseltmiştir. Kimilerini “Allah’ın saptırdığına hidayet yoktur” (Zümer.23.Ayet) ayeti kerimesi gereği hor görülen, aşağılanan, değersizlik çamuruna batırmıştır. Aynı şekilde herkesin gayretinin güzelliği ve ölçüsünde takdir edilecek dereceye ulaşmasını kararlaştırmıştır. Böylece her kişi çaba ve gayretinin tamlığına göre, kendisi için ayrılan rızkı alır.

Bilesin ki dünyanın düzenini bozan, ölümün ve yaşlanmanın önüne geçen bir olaya güven olmaz. İnsanoğlunun birbiriyle ilişkilerini engelleyen, onları tembelliğe ve duyarsızlığa sürükleyen kadere de inanılmaz. İstek ve arzuların gerçekleşmesi, ilahi bağış kapılarının açılması, bu yolda gösterilecek gayret ve himmete bağlıdır. İşin başında iken hiç kimse aşağılanmış, unutulmuş, değersizleşmiş hissine kapılıp, isteklerinin gerçekleşme si yolunda değişik bahaneler uydurarak sarf edeceği gayret ve çalışmadan geri durmasın diye, ”Hiç bilenlerle bilmeyenler bir olur mu?” (Zümer 39-.9./Şüphesiz  temiz akıl sahipleri öğüt alıp düşünürler) buyrulmuş tur ve insan için çalışıp çabalamasının karşılığı haricinde bir şey yoktur. İster dünya ister ahret, hangi konuda başarı elde edilmek isteniyorsa o konuda bilgi sahibi olunarak çalışılması gerektiği akıl sahiplerine duyurulmuştur.

Sana şunu hatırlatmak istiyorum; şu an senin özündeki, senin de bilmediğin faziletleri dışarı çıkarma zamanıdır. Kaybolmuş cevherler taşıyan vücudunda ki iç alemi ortaya koymanın zamanı!

Oğul bu nasihatleri duyduğunda bu seçilmiş sözlerin aslına eremedi, zira henüz işin başındaydı.

Ve ona şöyle seslendi;

Ey Ulu Babam! Gönlümün sıkıntısını biliyorsun. Gel şu müşküllerimi hallet! Gerçi marifet kapılarını bana araladın, sözlerini dosdoğru ve açık olarak söyledin, anlamama yardımcı oldun. Fakat lafı böyle dallandırıp budaklandırmakta gayen nedir? Bende gizli, senin bildiğin, aşina olduğun şey nedir?

Ne olur bana söyle! Eğer böyle davranarak ne kadar bilgili olduğunu göstermek istiyorsan, ona ne şüphe? Muhakkak ustasın, onu biliyorum. Fakat sana söylemek istiyorum ki bundan böyle söze başlayıp onu karıştırmaktan vazgeçmen gerek! Sözü gizlenmiş manalar ile perdelememeli sin! Sırlı söz isteklilerinin gönlünü kırmamalısın. Mananın özü sözün süsü demek değildir. Herkes yalnızca sözü anlar. Bundan sonra Allah’ı bilenlerin sözünü dinlemen ve insanlara akıllarının derecesine göre konuşman gerek.

ŞİİRMİ NESİRMİ

Baba ,
Ey Oğul dedi ”Sözlerinden nesirli cümlelerden nefret ettiğini anlıyorum, şiirli cümlelere ve anlatıma hevesleniyorsun. Karmaşık nesirli cümleleri anlamak ve kavramak zordur bunda haklı olabilirsin fakat Allahuteala nın ve peygamberinin (s.a.v) reddettiği şiiri sevmeni anlamakta ben zorlanıyorum.

Şiir, abartma ve yalan vasıtasıdır. Bu yüzden doğru yol ehli nazarında kötüce bir nama sahiptir. Sen de bilirsin ki yalanı başka sına ileten kişi yalancının yerine geçer. Ve akıl, yalanın varlığını hiçe sayar, onu yok kabul eder. Hal böyleyken sözün başında yalanla başlamak istemen nedendir?  Bilmez misin ki yalan, itibarının niçin düşük olduğunu kendiside bilir.”

Oğul,

Ey Baba dedi. “Biz ona şiir öğretmedik “ (Yasin,69.ayet) ayetinin manasında olduğu gibi şiir,  Allahuteala nın   peygamberlerinden  başkasına öğrettiği şeyin adıdır. Ona ihanet etmek yanlış bir şeydir.”Şüphe siz şiir de hikmet vardır” (buhari 696) hadisinin ifadesiyle şiir, Muhammed Mustafa’nın (s.a.v) razı olduğu şeydir. Bu durumda şiiri kötülemek utanılacak bir şey olur. Bilmiş ol ki şiirin yalanı, nesrin doğruculuğundan daha iyidir.

Doğrusu,  Allah yolunda yalan söylenmez. Çünkü o  Allahın kanunlarına uygun olmadığı gibi akla da uygun değildir.. Fakat yalan şiir kisvesine büründü mü, herkesçe makbul olur. Şiirin bu özelliği bile onun üstünlüğünü ispat eder. Ve sen eğer bunları doğruca söylemezsen yalan söylemiş olursun !..

Ey Oğul,

Yalancıları desteklemekten vazgeç! Bir sanat öğren, çok çalış! Bilesin ki sanat, şiirden daha iyi, bilgiden daha yüksektedir. O yaşadığı sürece insanın toplumdaki itibarını artırır, öldükten sonrada eserleri onun hayır ile, iyilikle anılmasını sağlar. Şu nu hiç unutma Bu gün neyi öğrenmeyi arzu eder heveslen irse,  yarın onu unutursun. Unuttuğunu hatırlayınca da hasretle ah çekersin.

Bilmiş ol ki,  İnsanın yapı taşında aklın tesiri vardır. Ve bu tesir uluhiyet ten daha aşağılardadır. Bu her insanın yapısında gizli olan erdem ve hünerler, gayret olmak sızın niyet ten öte geçmez ve işe dönüşmez.  İnsanoğlu akıl ve duyularını bir hüneri elde etmek için verilmiş sınırsız bir kazanç olarak görmez ve bilmezse, Yaşlanıp ta uzuvları tembelleşince artık öğrenemez ve kendilerini geliştiremezler. Fakat artık pişmanlık fayda vermez. Elinde aleti ve sanatı olmayan ustanın elinden hiçbir şey gelmez!

Ey Baba

Doğru söyledin, Ama benim bu söylediklerini yapabilmem elimden bir iş gelmesi için, senin tarafından ilim yoluna yöneltilmem, eğitilmem gerek. Ben yokluktan varlığa daha yeni geldim, Alemin işleyişinden, kurallarından haberim yok insanları tanıyamıyorum kimin iyi kimin kötü olduğu bana malum değil. Ömrün oldukça beni doğru yola sevk et, iyiyi kötüyü öğreneyim. Bende bu dünyanın gidişatını, kurallarını anlayayım.

Seninde bildiğin gibi insan, manevi olgunluğa iki şekilde ulaşır ondan sonra ruh olgunluk sevincini yaşar.

Birincisi maddi varlıkladır ki bunun gerçek olması babasının zenginliğine bağlıdır. İkincisi ise manevi varlığıyladır ki bunun gerçekleşmesi  kamil bir mürşidin yol göstermesi kılavuz olmasına bağlıdır.

Demek ki Kemale ermek için önemli olan kamil bir mürşid  kılavuzluğudur. Öyleyse mürşidin  baba dan önce gelmesi gerekir.

Unutma ki ilim, Kemale ermiş, olgun ve ilimden nasibini tamamlamış bir mürşidin nefesinin feyzi ile, dervişlerin ölü vücutlarını dirilten bir ruhtur. Dervişin hayatı, mürşidin nefesinin feyzindendir. Çünkü o nefesin canı vardır.

Ey Oğul,

Mademki, İlim ve sanat a eğilimin var ve bir işin sonundaki fayda ve zararı görebiliyorsun, öyleyse sanat öğrenmeden önce ilme yönelmeli, ilim yollarının zorluk ve engellerini aşmalısın. Böylesi senin
için daha iyi olacaktır. Çünkü ilim, ruhu harekete geçirmeye, onu hoşluk la beslemeye ve Allahın sırlarını bilmeye bir vasıtadır.

Nitekim şöyle denmiştir.”İlim,  Allah ı tanıma, onun ve sırlarının gerçeğinin bilinmesin de ip uçlarının verildiği uçsuz bucaksız bir denizdir” Bu yüzden ilmin değerini iyi kavra ve onu alime sor! Cahil ne bilsin onun kıymetini ?”

Ey Baba,

İlim öğrenmenin iyiliklerini, üstünlüklerini sayıp duruyorsun, bana da bunu elde etmemi öğütlüyorsun. Öyleyse öğret de öğreneyim;  onun ateşi ile can mumumu alevlendireyim.
İlim öğrekti, onun ışığı ile arzuma kavuşayım, kılavuzluğunla yol alıp bir yerlere varayım. Malum ya, Varlık davası irfandan öte bir şey değil, Bana doğru yolu göster de davamın peşinde koşayım.

Bu konuşmalar üzerine Baba, Bir sahifeye elif’in şeklini çizdi,
Oğul ; Bunun manası nedir diye sordu

Baba,

Bu dedi “İlim hazinesinin anahtarı ve ezeli ve ebedi olan Allahuteala yı bilmenin esasıdır. Evvelde, Kalem levh-i mahfuzun üzerine, Birden ancak bir çıkar kaidesine göre  “elif” harfini yazdı. Ve kendiside o şekilde, elif şeklinde tezahur etti.

Unutma ki, Yazı işiyle uğraşanların defterinin en başın da elif vardır. O zeka bahçesini süsleyen bir servidir. Bazen dert, bazen deva, bazen de kaza şeklinde, Binlerce şekilde oluşur, fakat aslında o bir tektir.

Oğul ;

Ey Baba dedi. “Doğrusu okuma yazma öğretenler ilk önce elifi öğretir bunu bende biliyorum. Fakat bunun,  Allahuteala yı bilmenin öncelikli şart olduğu yolundaki düşünce yanlıştır. Zira bilmek yazıyla alakalı bir şey değildir. Peygamber efendimizin ümmi oluşu buna en büyük delildir.

Evet, okuma yazma konusunda İslam bilginleri şüpheye düşmüşler,  yazının marifetullahın  menşei olup olmadığını bilememişlerdir. Okuma –yazma bilmenin Allahuteala yı bilme sebebi olup Olmadığında anlaşamamışlardır.

Gerçek yazı, Gül yanaklıların yüzlerindedir,  diğer  türlüsünü öğrenmek dedikoduya sebep olur. Allahutealayı  bilense konuşmaz, konuşamaz.

Astronomi, Fizik, kimya, Hukuk bilmek  aklı yüceltir, sözü süsler. Fakat Allah ı bilenin, onun yolunda olanın bunlara ihtiyacı yoktur. Çünkü Allahuteala nın huzurunda akıl şaşkınlaşır, dil susar.

Baba, Ey Oğul dedi.

Yazı, Allah’ın bir lutfu dur . Bizden önce yaşamış olan ilim erbabının kitaplarındaki faydalı bilgilerin ondan sonrakilere aktarılmasına, onların da bundan faydalanmalarına sebeptir. Din kurucularının sözlerini anlamak Allah yolunda ilerlemek onunla mümkündür. Eğer yazı sanatı olmasaydı, peygamberin sözleri bize nasıl ulaşırdı ? Bilim ve teknikte ilerleme nasıl sağlanırdı? Madem ki yazı, marifetli  İnsan’ların yolunda ilerlemesini sağlar, o halde Allahuteala ya yemin ederim ki, yazıdan daha hoş ve makbul bir sanat yoktur.

Oğul, Ey Baba dedi

Yazı bilmek, kitapların okunmasına, insanların değişik düşüncelerinin anlaşılmasına aracı olur. Kitap okumaksa ihtilafa yol açar. İhtilafı istemek ise cahilliktir.
Bilindiği gibi, böylesi bir hünere sahip olanların hepsi birbirine aykırı düşünceler  taşırlar, davranış biçimleri değişiktir. Benim yazı bilmeyişim çok iyi…  Hiç olmazsa bir kalem misali her yazıda oraya buraya sallanıp başım dönmez.

Şurası bir gerçek ki, çok kitap okursan şüphe artar, Ne kadar çok kitap okursan o kadar şaşırır, kararsız kalırsın. Yazı akıllıların yaşadığı şaşkınlık kalesinin bir semtidir.

Ey Oğul;

Yazı sanatı yoluyla ilimleri öğrenmek istemiyorsan, bari mevki ve makam sahibi olmanın yollarını öğren!  Zira Gayret gösterip çalışanlar sadrazamlık makamına bu sanatla ulaşmışlardır. Dünyaya hükmetmenin tadına ve şerefine bu vesileyle ulaşmışlardır. sende yazı sanatını öğrenmeli;  dereceni  yükseltmelisin.  Acizlik gösterip kanaat kar gibi görünmeye çalışma, yazı öğrenerek ayağını sevgi ve saygınlık ovasına basman gerekir.  Her İnsan’ın kendi derecesini yükseltmenin bir yolunu araması bulması lazımdır.

Ey Baba!

Senin bu söylediklerin,  ömrün tükenince dahi tükenmeyecek dünya işlerini ve hesaplarını  yapmak ve bunları üstlenmek  demek oluyor. Dünya hesapları ise Ahiret hesabını gerektirir. Hem bu dünyanın hem ahretin hesabını vermek ise hesapsız bir iştir. Bu davranış iki cihanda da insana azap çektirir.

Sonu yanlışa çıkan bir ilmi akıl sahibi bir kimse nasıl kabullenebilir, nasıl o ilme sarılır, sahiplenir? Eğer bir ilmin başlangıcı kişiyi yerinden yurdundan, işinden eder, Hak yolundan ayırır. Haksızlığa düşürürse onun hali nice olur?
Doğrusu, Saltanattan, saygınlıktan, itibardan haberi olmayan bir cahil, sultanlara, Başkanlara, komutanlara yaklaşmaya çalışan bir alimden daha iyidir.

Nitekim;  nimete erişmek yolunda kendini yönlendirip çalışmayan bir insan ne kadar cahil olursa olsun, gene de onun bu hali, siyasilere, başkanlara, krallara yaklaşmak onlarla bir olmak için ilim tahsil eden sanat erbabının halinden defalarca üstündür.

Ey Oğul!

Mademki  Yazı sanatını beğenmiyor, hor görüyorsun onu öğrenmek için bir sürü bahane buluyorsun, bari benim sözümü dinle de sultanlara hizmet yoluna gir yöntemlerini öğren! Zira sultanlara hizmet etmek  saltanattan hisse almak demektir, mutluluk verir insana .

Eğer, aldığın terbiye ve öğretiler sultanlara yönelirse iki cihanda da tüm arzu ve isteklerine kavuşursun. Dünya nimetinin neşesi, sultanların iltifatıyla gerçekleşir.  Ahiret neşesi ne ise masumların yardımıyla, onların duaları ile kavuşabilirsin.

Ey Baba!

Kulun yaratılmasındaki maksat, Yaradan’a kulluktur. Kulun kula kulluğu kula yaraşmaz. Allahuteala nın değerlendirmesi,  kulun Allahını  bilmesi dercesine göredir, kendisini bileni  kendisini bilmeyene veya az bilene tercih eder, dilenci yahut padişah olması hiç önemli değildir!

Bilmiş ol ki, sultanların ve saltanat’ın yanında olanlar daima sıkıntı içindedirler, kederlidirler. Onlar hüsrana uğramışlardır. Huzura kabul edildiklerini sanırlar öyle görünür, saray kurallarına uymak için uğraşır dururlar, sıkıntı çekerler. Huzurdan uzaklaştırılmış olanlar ise öfke ve korku ile geleceklerinden endişeli beklerler. Bu yola özenenler dünya’yı ve dünyalığı severler. İlmin derecelerinde yükselmek isteyen biri için bu söylediklerin geçerli değil.

Ömrünü makam, mevki uğruna, sultanlara hizmet ederek geçiren bir kişi ahret için ne yapmış olur, Yarın kıyamet günü Allahuteala nın yüzüne nasıl bakacaktır?

Ey Oğul!

Mademki sultanlara hizmet etmeyi de kabul etmiyor, aşağılık görüyorsun, onlara yakın olmanın zevkinden ve avantajlarından haberin yok, bari sevabı bol olan çiftçilik yap, o yoldan nasiplen! Zira bir tarlaya tohum atan kişi iki cihanda evini hazırlar, yaşanılır bir yer eder.

Var git bir çiftlik yap, çiftçilik her kesin yararlandığı bereketli bir iştir. Hem kendin faydalanırsın, hem tüm yaban hayvanları ve kuşlar sebeplenir, sevabın artar. Sakın başka bir işe meyledip hataya düşme.

Ey Baba!

Ziraat ziyandır. Kazanç uğruna çekilen sıkıntıdır. Rahata kavuşmak için devamlı tohum saçar, sonrada o tohumu beklemek için bekçi olursun, böylece ömrünü törpüler ölümü kendine yaklaştırırsın, ömrün biter gider. Bu yüzden ilim sahibi insan için bu iş çirkin sayılır. Nitekim şöyle denmiştir; Çalışıp çabalayarak çiftçilik yapan kişi, mahsullerini beklemekle ömrünü harcar, Yaşamını kısalttığından haberdar bile değildir. Böyle bir yol akıl dışı bir yoldur.

Ey Oğul!

Eğer çiftçiliği zor ve faydasız buluyor, boş iş olarak görüyorsan bari ticaret yolunu tut! Arzu ettiğin varlığa onun sayesinde ulaş! Ticaret nimet yoludur, Ticarette bereket vardır demiş yüce peygamberimiz (s.a.v), kimseye muhtaç olmazsın ticaret yolu muhtaç olmama yoludur.

Bilmiş ol ki, İhtiyaç, öldürücü bir hastalıktır, yaşamak için muhtaç olduğun şeyleri elde edemeyince, başkaların da olanlara gözün gider, sende olmayınca neden diye isyanına sebep olur. Bu da senin mahvına sebeptir.  Allahuteala nın nezdinde bu hastalığın ilacı, sanki tüccarın elindedir…

Ey Baba!

Ticaret bir sevdadır. Kar elde etmek, ihtiyaç ve arzuların karşılanması için malın iyisini almak, fiyatların yükselmesini beklemek gerekir. Tüccar devamlı halkın ihtiyaçlarının artmasını ister. Yani kendi iyiliğini, faydasını başkalarının kötülüğünde zararında görür. Böyle bir yol insanlıktan uzaklaşmak olur. İlim irfan sahipleri böyle bir yoldan hoşlanmaz.

Baba, Ey Oğul dedi!

Mademki Ticaretle uğraşıp paranın nimetlerinden faydalanmıyorsun, değişik bahaneler uyduruyorsun, O halde bir ustanın yanına çırak olarak gir de bir sanat bari öğren, Zira sanat, kimseye  muhtaç etmez seni ve kısmetinde ne varsa önüne gelir, güzel bir geçim sağlar . Unutma ki elinin emeği ile çalışıp kazanan peygamberler mesleğini icra etmiş olur. Kazancından hem kendin faydalanırsın,  hem de başkaları faydalanır, buda sana yeterli olur.

Ey Baba!

Bir meslek öğrenmek için uğraşıp, çalışmak, gayrette bulunmak, az bir nimet için çokça zahmete girmek olur. Sonu gaflete varan insanı nefsine esir eden bir kulluktur. İnsanı yormaktan başka bir işe yaramaz, çalışıp, çabalarken bir an gelir çalışmayı nefsin kemali olarak görmeye başlarsın, bir usta sabahtan akşama kadar kısmeti için sıkıntı çeker, yorulur akşamdan sabaha kadarda yorgunluğunu gidermek için uyur. O kısacık ömrünü yeme, içme ve uyku ile geçirir, buda gaflet ten başka bir şey değildir. Kısacık ömürde bu kadar sınırlı yaşantıyla yetinmesi cahilliktir.

Nitekim şöyle denmiştir:

Meslek sevdalısı uyku dan başka yerde rahat göremez, bu  ne kısır  ve verimsiz bir ömürdür ki, gecesini gündüzüne katıp el emeği , göz nuru, akıl şuuruyla yaptığı eserlerine  Benim diyerek asıl sahibini unutup nefsini  cilalayan bu cahil  hayat için hep sıkıntıyı, sıkıntı için daima aynı  hayatı yaşar gider.

Baba, Ey Oğul dedi ;
Sözlerime devamlı muhalefet ediyor, bahaneler uyduruyorsun. Korkarım bu gidişle Sanat ve ilimden de nasibini almayacaksın. Bu şekilde şansına güvenme, sana yardım edeceğine inanmıyorum. Şans tanda yüzün gülmeyince ahlakın bozulacak isyan çukuruna düşeceksin. Unutma ki cahilliğin ıslaklığı kalbindeki ilim zevkinin sıcaklığını söndürür. Sen bilgisizlik ayıbını bir maharet zannediyorsun. Bilmezliği iyi bilirsin. Unutma cehalet’ini itiraf etmek ayıp değildir. Her alim başlangıç ta cahildir, cehaletin bilinmesi de ilim derecelerindendir. Bir insanın en büyük ayıbı cahilliğinin farkında olmayışıdır. Gerçi noksan olan şeye mükemmellik tabiri uygun değildir ama noksanı olan kendi noksanını bilirse bu bir tür mükemmellik olur.

Ey Baba!

Senin İlim ve sanat öğretmekle maksadın marifetullah ise bilmiş ol ki, Allahutealayı bilmek bu tür önemsiz şeylerin öğrettiklerinden, söylediklerinden ayrıdır. O aklın ve ilmin ötesindedir. Bunlar Allahutealanın sözlerini duymaz, fiillerini görmezler. Bu güne kadar hangi akıl böyle bir işin esasına hakikatte olduğu gibi ulaştı acaba? Hangi alim sonumuzun ne olacağına dair bilgi verdi. İlmin kazancı gönül sızısıdır. Öğrenme kaygısına düşmek ise baş belasıdır.

Sen söylediğin bu sözler ve örneklerle benim zahiri derecemi yükseltmek istiyorsun biliyorum. Doğrusu bir kimse cehaleti nispetinde varlık sahibidir. Çünkü; alim geçimini sağlama konusunda sözde kendi tedbirlerini alır ve onlara güvenir. Cahil ise işini Allahutealanın veren sıfatına havale ederek sonucu bekler.  Şüphesiz, yaradan ın keremi, yaratılmışların tedbirinden fazladır. Nasip ve kısmet meselelerinde, yaradana güvenmeyip kendine göre tedbirler almak doğru değildir.

Nitekim sanat erbabından saygın kişiler şu kıssayı anlatır;

Bir gün çok akıllı bir adam cahil birisine, Niçin bana hiç benzemiyorsun? Gamı kederi, geçim derdini unutmuşsun, dünya umurunda değil. Ben akıl sahibi, okumuş bilgili ve maharetli olmama karşın fakir ve nasipsizim. Sen ise bu cahilliğin ile zengin ve neşelisin bu iş nasıl oluyor?

Cahil adam ona ,
Bilmez misin ki, Ben lütuf’ a ermişim, sen kahra uğramışsın. Niçin mi? Çünkü ben Allaha güvenmişim, sığınmışım ona dayanmışım. Sen ise o çok aklınla kibirlenip, gururlandın Allaha güvenenleri küçük görüyorsun, O’nun lutfuna itibar etmiyorsun.  İnatla O dilemeyince aklınla geçimini sağlayamayacağını anlamak istemiyorsun.

Ey Oğul,

Fazla kısmet, Allahın yardımının fazla olduğunu gösterir. Kısmetin azlığı ise Allahutealaya karşı gelmenin, ihanetin göstergesidir. ve Allahuteala hiçbir zaman cahile yardım edip Alimi ihanet çukuruna atmaz.  Dolayısıyla cahilin cehaletiyle övünmesi, kendine paye çıkarması, özenilecek makamda olması mümkün değildir.  Alim ise ilmi sayesinde muhakkak nasiplenir. Aksi takdirde Ya Cahil zengin ve yoksul alim in düştükleri durum Allahuteala’dan değildir, Ya da yokluk varlıktan üstün bir şeydir. Eğer böyle bir durum söz konusu değilse ilmi hafife almak nasıl mümkün olur; cahillerin nimetlenmesine nasıl izin verilebilir.

Babacığım, Cahilin varlık ve zenginliği ile alimin yoksulluğu Allahuteala nın kahır ve lutfuyla  ilgili bir şey değildir. Bu onun hikmetinin sırlarındandır. Çoğu zaman Her ne kadar devlet işleri cahillerin elinde oluyorsa da,  alimler tedbirleri  ve öngörüleri sayesinde geçimlerini pek ala sağlayabilirler. Bu da Allahuteala’nın  tüm yaratılmışları içine alan inayetine delalet eder ve bununla da  alimlerin teselli bulmaları gerekir. Böylelikle herkes,  Allahutealanın yardımından nasibini alır. Allahuteala nın dünya nimetlerini  cahillere vermesinin  hikmeti  ise;  Bilgili, alim kişi aklıyla kolay bir şekilde cahillerin sahip Olduğu şeylere yaklaşabilir;  Fakat cahilin alime yaklaşması oldukça zordur.

Sevgili Oğlum,

Ben hayatımın en güzel yıllarını seni yetiştirmek, büyütmek için harcadım. Çok zahmetler çektim sen de baba olunca bunları anlayacaksın şimdi anladım desende boş laf olur. Benim emeklerimi boşa çıkarma! Cehaletinle umutlarımı yıkma,  ilimsizlik ve cahilliğinle soyumuzun yüzünü kara çıkarma! zira senin işe yaramazlığını ve cahilliğini gören herkes beni ayıplar. Bir insan bu dünyada iyi nesil bırakmak için ömür boyu zahmet çekip çocuklarını büyütmeye yetiştirmeye çalışırda, terbiye çocuğa tesir etmez, saygısızlık ederde babasının adını yerlerde süründürürse o kimse için artık hiçbir umut kalmaz.

Babacığım,

Çocuğunun cehaleti, babasına ihanettir şeklinde söylediğin sözler hatalıdır, doğru olmayan bir düşüncenin ürünüdür. Çünkü hikmet gereği insanlar birbirine eşit değildir. Her insanın arasında yaratılıştan fark vardır. Eğer bir çocuk kötü vasıflarla anılıyorsa, bu babanın iyi bir şöhrete sahip olduğunu gösterir. Dolayısıyla benim cahil bilinmem senin adının ve ilminin mükemmel   olduğun dandır.  Eğer bir çocuk babasından daha bilgili ve alim olursa, bu, babanın bilgisinin oğlu kadar olmadığını gösterir. Bu ise babaya cehaletini hatırlatmak ve ilim öğrenmesi gerektiğini bildirmekten onu zahmete sokmaktan başka bir işe yaramaz.

Ey Oğul,

Söylediklerinden, ilim öğrenmeye de niyet inin olmadığı anlaşılıyor. Öyleyse beni takip et çile yolunun yolcusu babanın yolundan git, bu yolda da başarılı olamazsan sadece zahiri mutluluk yolları yüzüne kapanır. Ancak tuttuğun yolun güzelliği sayesinde eksikliklerin tamamlanır. Böylece gerçekten hakkı arayanların safına katılmasan da Allahın inayetiyle taklitçiler arasında da kalmazsın.

Ey ilim ve sanat öğrenmek istemeyen kimse, geçimini bir şekilde sağladığın için Allaha şükret, bir horoz kadar bari gayretin olsun, onun seherde niçin öttüğünü, vakti niçin tanıdığını düşün! Şüphesiz o, Hakka şükür etme yolunda vaktin bilincinde Allahın ona bahşettiği su ve dane için yüzünü bir göklere çeviriyor bir yere indiriyor.

Ey Baba, Sana uymak beni utandırmaz, benim için seni taklit etmekten örnek almaktan daha güzel bir iş olamaz.  Ama senin tarafında çile aletlerinden başka bir şey yok, oysa bende çile çekecek bir yaratılış ta yok.  Çile çekmek bana uygun değil. Şu cihan insanı memnun ve mutlu edecek şeylerle dolu, ama senin evinde bunların hiçbirinden eser yok.

Örnek olarak şöyle demişler;

Bu dünya insanı kendine çeken güzelliklerle yaratılmış,  neşe ve sıhhatle aydınlatılmıştır. Senin gam ve kederle dolu evin bu dünyadan fersah fersah uzaktadır.  Bilesin ki insan çile ve nefis terbiyesinden hoşlanmaz, bir çocuk ise daha narindir, hiçbir zorluk çekmek istemez, insan doğası gereği oyun ve eğlenceye daha düşkündür. Bu sebepten nefis terbiyesiyle uğraşmaktan hoşlanmaması şaşılacak bir şey değildir.

Ey Oğul,

Dünyada zevk ve sefa sağlayan şeyler bir tuzaktır. İlmi kemale ermiş kişiler bu yolda olmaktan sakınır. Dünya ya düşkün kişilerle pek fazla beraber olmaz, şüpheli şeylerden elini çeker, bir köşeye çekilir oturur. Allahuteala rahat ve gamı insanlara sunmuş ve her ikisinden de nasiplerini almalarını dilemiştir. Hiç kimse ikisini de tatmaktan uzak durmasın istemiştir. Eğer bir kimse bu dünyada bunlardan birine gönül verirde diğerinden uzak durursa, Allah onu ahrette dünyada tercih ettiğinden uzakta tutar, mahrum eder.  Dolayısıyla akıllı insan kısa ömürde bu dünyada gam yolunu seçer ki ahrette keder görmez. Dünyada rahatı boş versin ki ahrette ele geçirsin.

Dünya ile ahret birbirinin zıttı dır. Burada olan ne varsa orada yoktur. Dolayısıyla dünyada bedenen rahat yüzü görmeyen, ahret’te gönül rahatlığına erer.

Ey Baba,

Allahuteala,  hikmet’ i gereği güzel olmayan şeyi yaratmaz, var etmez. Zavallı aciz insana tuzak kurmaz. O her ne yaratmışsa güzeldir. O bir kural koymuşsa en güzelini koymuştur. İyi ve kötü insan yaratılışının zıtlığına göre iyi ve kötüdür. Asılda yaratılış itibariyle her şey bir güzellik tablosu ve bir sanat eseridir.

Nitekim şöyle denmiştir;

Yokluktan varlığa çıkan ne varsa, yani ne yaratılmış sa  Allahutealanın  kudretiyle yaratılmıştır. Onun eseridir. Kainat ın ve bu dünyanın güzel olmadığını iddia eden bir kimse bundan daha güzel bir kainatın olması gerektiğini söylemiş olur ki bu çok büyük hatadır.

Baba , Ey Oğul dedi,

Eğer Dünya işlerinin içinde kötülük olmasaydı, bunlar Hak yolunun yolcularına günah olarak görünmezdi. Dünyanın çirkinliklerini görmek için uyanık olmak dünyada bir az vakit geçirmiş olmak lazım, sen ise çok gençsin  bunları anlaman biraz zor olur, gençliğin sana verdiği gurur bunlara engeldir.. Dilerim ki ilim erbabının güneşi seni bir an önce aydınlatsın! Böylece nefsin cihanın iyi ve kötüsünü anlasın.

Dünya bir bela diyarıdır, gam ve keder ile yüklüdür.  Kullar bu tuzağa yakalanırlar. Bu virane dünyanın zulmü ve vefasızlığı herkes çe malumdur. Daha fazla konuşmanın anlamı yok.

Ey Babacığım,

Hak ehlinin bu dünyaya kötü demesi onun güzel olduğuna işarettir. Çirkin saymaları ise onun sevimliliğine delalet eder. Her kim dünyevi tadların farkına varırsa, Allaha itaat yolundan yüz çevirir, Zevklerle meşguliyetten başka bir şeyle ilgilenmez. Yaratılışının gayesini yalnızca bundan ibaret sanır. Kamil insanlar Dünya kötü olduğu için ondan vazgeçmiş değillerdir. Onlar sadece aklı nefse üstün tutmuşlardır. Zira dünya, mükemmel bir sanatkar ın eserlerinin sergilendiği bir yerdir. Fakat ilim, irfan sahibine kılavuzluk yapan bir şey, Cahil için yol kesen eşkıya gibidir. Bu sanat eserlerini gören kişi onlardan yüz çevirmemelidir. Zira onu ele geçirmek zor, elden kaçırmak çok kolaydır.

“Dünya, gönlünü geçim vasıtalarına bağlayan kimse için hoştur. Dünya varlığıyla vardır. Varsa yok gibidir. Yoksa var gibi”

Ey Oğul,

Dünya varlıklarını elde ettiğin zaman mutluluğa ereceğini sanma! Bu, Ayrılığın ta kendisidir. Buna rahat deme! Bu zahmetin kendisidir. Bir kimse dünyevi işleri bitirdiğinde mutlu olacağını sanırsa ömrü süresince sıkıntıda olur. Çünkü nimetler farklı yollarla sunulur insana. Dünyevi işlerin bitmesi ise çok zordur, hatta imkansız dır bitmez.  Huzur, mutluluk içinde mutluluğu bulan, başka mutluluklar aramayan kişi huzur içinde olur. O olmayacak şeyler peşinde koşup, konuşmaz.

Arifler şöyle demiştir,” Hırs sahibi kimseler dünya zenginliklerini arzularlar. Mutluluk ve huzuru rahatlık sanırlar. Mutlu olduklarında daha başka mutluluklar peşindedirler.  Bilmezler ki olmayan bir rahata kavuşmayı arzulamak rahatsızlık doğurur.”

Ey Baba, “Bir kimse aklının ve de irfan sahibinin beğenisiyle dünyayı rahatlık yeri kabul ederse, o kişinin dünyaya zahmet yeri demesi imkansız olur. Cahillerin çektikleri sıkıntılar fakirlikten kaynaklanan sıkıntılardır. Rahatlığı ise zenginliktendi r… Bu yüzdendir ki zenginler, bazen rahat olmalarına karşılık çoğu zaman sıkıntı içindedirler. Fakat fakirliği rahatlık kabul edenler gerçek rahata ererler,  sıkıntının adını dahi bilmezler.

Ey Oğul,

Mademki fakirliğin ne denli kıymetli bir şey olduğunu biliyorsun, öyleyse iradeni neden kullanmıyorsun da zenginliklere meylediyorsun? Gerçek ten haberdar olmayanlar yoksulluktan nefret etmekte haklıdır. Fakat sen fakirlik nedir biliyorsun, öğrendin Öyleyse nefsini kontrol altına al, onu doğru yola getirmeye çalış, sana verilen nimetlerden başın dönmesin, gerçekleri görmeye çalış ve gerçekten habersiz olma.

Allahuteala tüm nimetleri yoktan var etmiştir. Onları yaratıp senin emrine sunarken maksadı, senin kendisine kulluk etmendir. Oysa görüyorum ki sen rahatlık ve mutluluk peşinde koşmaktasın, sakın ha Allahın gösterdiği yolun tersine gitme.

Ey Baba,

Allahuteala adaletin en mükemmeline sahiptir. Her iş için bir yer, her yer için bir iş kararlaştırmıştır. Buna göre gençlerin yaşlılar gibi davranması,  mümkün değildir. Yaşlıların ise gençler gibi davranması ayıp olur. Çile çekmek suretiyle nefis terbiyesi erişkinlere emredilmiştir. Kulluğun zorluk, zahmet, güçlük, sıkıntı kapıları onlara açılmıştır, Bu dünyanın gerçeklerini anlamadan başı boş dolaşan yeni yetmeler nefis terbiyesinden ne anlar. Öyleyse Allahın emir ve kurallarına aykırı sözler söyleme! ve benden nefsimi terbiye için çile çekmemi bekleme bu, bana göre değil!

Görünüşüme baksana bende olgunluk alameti var mı? Ben senin gibi yasaklara uyup, dinin gerekleri ni yerine getiremem. Söylediğin sözler senin aklının ürünü sen öyle düşünüyorsun ben değil. Çile kapısı sana açılmış bana değil…

Ey oğul,” Madem ki eninde, sonunda,  zahmet,  zorluk, güçlük tadılacak ve çile çekilecekse iyisi mi  sen bu günden başlayıp kendini alıştırsan fenamı olur? Rahatlığın sonu yoktur. Mecburen bu dünyanın sıkıntı ve üzüntülerine alışmak durumundasın. Öyle ki gün gelecek rahatlıktan sıkıntı çeker halde olacaksın, Gönlünü sıkıntıya öyle bir alıştır ki, senin çektiğin zahmetlerden başkaları rahmet görsün. “Kim ki, keder ve üzüntüyle birlikte tasasız, sıkıntısız olmayı bilemezse onun,  sevinç ve rahatlığı keder ve üzüntüsüne sebep olur.”

Ey Baba,

“ Dünya zevklerini tatmayanın,  güzelliklerini bilmeyenin onlardan el çekmesi uzaklaşması kolaydır. Yoksunluğun adını, lutuf koymak tır bu, zenginliğe ulaşamadığı için gönlünü fakirliğe kaptırmak onu sevmek, Bu marifet midir? Asıl marifet dünya zevklerini, zenginliklerini ele geçirdikten sonra onlardan vazgeçebilmektir. Onları terk etmektir.  Aksi taktir de yoksunluk olgunluk olacaktır.

Nitekim Alimlerden biri,
” Bir insana dünyayı ele geçirmek zor gelirse, sonunda çaresizlikten kendisini yoksulluk yoluna koyar”  ya o dünyayı terk etmiştir, ya dünya onu..

Ey oğul,

İkimizde tesadüfen dünya varlıklarını elde etme tuzağına düşmüş kullar olmamıza rağmen nasıl oluyor da  bana hep zahmet, çile sana hep oyun  ve eğlence düşüyor? İki kişi bir yola çıkarda, aynı evde kalmak zorunda kalırlarsa yardımlaşarak ev işlerini bölüşerek yapmak zorunda değimlidir? Birisinin sere serpe uzanıp yatması, rahatı arzulaması bütün işlerin, zahmetin diğerinin üstüne kalması zulüm değimlidir?

Ey Baba,

Öyle görülüyor ki cehaletini itiraf etmek beni beladan kurtarırken akıl seni bela yoluna atıyor. Dünyaya değer vermemek beni korkulardan uzak tutarken senin gönlünü yaralamış. Bir çocuk kendisini,  değersiz, önemsiz saydıkça esenliğe kavuşur, akıldan söz etmeye başladığı andan itibaren Korkmaya başlar ve korkudan kurtulamaz.

Bu Dünyada keder ve üzüntüyü sevmek büyük bir beladır, ahret düşüncesi ise devamlı ızdıraptır. Bunlar aklın gururunun sonucudur. Aklı olmayan deli ve çocuk hiç bunlardan korkar mı?

Ey Oğul,

Bu dünyanın bilgili olduğum için bana büyük sıkıntı, eziyet verdiğini, sana ise cehaletinden dolayı oyun ve eğlence olduğunu kavramış bulunuyorum. Fakat hiç düşündün mü * Bu oyuncaklar sana kimden ve nasıl geliyor? Senin muhtaç olduğun şeyleri sana kim sağlıyor?

Oğlum, Değerli ömrümü senin için harcadım, ömrümün yarısı seni yetiştirmek, eğitmek için boşa gitti, bedenimi senin için mahvettim. Tüm bunlara karşılık bana sen ne verdin?

Ey Baba,

Bana verdiğin zahmetleri rahmet sanıyorsun. Bu dünya bela, kötülük ve sıkıntı yeridir. Ben senin aracılığınla bu tuzağa yakalandım, zahmet, üzüntü ve sıkıntı çekiyorum. Şimdi hak ettiğin karşılığı sana veriyorum. Bunda şaşılacak bir şey yok.

Şu dünya çilehanesinde Baba oğlun kılavuzudur. Oğul da ahiret yolunda babanın önünü keser. Beni bu dünyada kederin esiri yaptın, Bende senin Allaha boyun eğmene engel oldum.  Madem ki zaman karşılık verme zamanıdır, öyleyse bu sıkıntılara razı ol! Güzellik isteyen güzellik yapar. Ama sen kötülük yapmışsın, karşılık olarak kötülükten başka ne bekliyorsun?

 

ÖNLEM VE ALLAHTAN BEKLEME KONUŞMALARI

Ey Oğul,

Söz ve davranışlarından öyle anlıyorum ki, Hiç zahmet çekmeden, çaba harcamadan, çalışmadan seni mutlu edecek şeylere ulaşmak istiyorsun. Bu bakırdan veya demirden altın elde etme kadar boş bir hülyadır. Olanaksızdır.

Bu dünya bir iş yerine benzer, orada her kesin bir işi uğraşı olmalıdır ki istediklerine kavuşsun. Böyle giderse senin hiçbir işin, uğraşın olmayacak ve istediklerin için hırsızlık yapacaksın.

Ey Baba,

Bilmiş ol ki tedbirsiz yaşamak yalnız bana özgü bir şey değil. Bütün canlıların geçimi benimkine benzer. Tüm canlılar tedbir almaya uğraşmadan, zahmet çekmeden karınlarını doyuruyorlar. İnsan önlem alma konusunda hayvanlardan daha zayıftır. İşsiz kimseleri yiyecek bulunan bir yere geçirmezsen ve onların önüne yiyeceklerini koymazsan, onlar yalnızca Allahtan bekleyerek boyun eğerler. Dolayısıyla Allahtan bekleme, ona dayanma ve güvenme kötü bir şey değildir.

Yiyecek, içecek, hayatı devam ettirecek gıda konusunda önlem almak gerektiğini söyleyenler boşa konuşmuş olurlar. Sorarım onlara, acaba dağ, deniz ve çöllerde yaşayan vahşi hayvanlar yiyecek konusunda ne gibi önlemler alıyorlar.

Ey Oğul,

Senin varlığından gurur duyuyorum bana güç veriyorsun. Ama bu şekildeki davranışlarınla canımı yakıp beni üzüyorsun. Çünkü ne öğüt almaya niyetin var, nede bir şeyin ucundan tutuyorsun. Benim gibi nefsini terbiye etmeye, bunun için uğraşmaya niyetin yok. Başkaları gibide çalışarak dünya nimetlerinden faydalanmak istemiyorsun…

Bilmiş ol ki, yoksulluğa razı oldum dersen bile bu devamlı değildir. Varlığa da meylin yok. Bunlar için gerekli şeyler sende yok. Tekkede yaşayıp dinin yasak ettiği şeylerden sakınıp buyurduklarını yapma ğa çalışsan fakirliğin yok, meyhanede yaşasan içecek şarabın yok.

Ey Baba,

Abartma sınırını çoktan aştın, tartışmada ileri gittin. Ben sana ne zaman rahat etmenin, mutlu yaşamanın yolunu sorsam, sen bana zahmet ve sıkıntı yolunu gösteriyorsun. İyi yiyip, iyi giyinmeden bahsetsem, bana zorluk ve engellerden bahsediyorsun. Şimdi bu bahaneleri boş ver de bana bolluk içinde rahat yaşamanın yollarını göster! Unutma ki fırsat, beklenmedik bir kazançtır, fırsatı kaçıransa zarardadır.

N’olur şu kısa ömürcüğün geçtiğini anla artık Bak nasıl da ağlayıp sızlayarak, farkında olmadan geçip gidiyor. İyi yiyip içmeden, iyi giyinmeden,  eğlenmeden geçip giden ömre yüzlerce yazıklar olsun.

Ey oğul,

Seninde bildiğin gibi benim dünyamda nefis terbiyesinde gerekli olan şeylerden  başka   hiçbir  şey yok. Seninde bunları arzuladığın yok, benim elimden başka şey gelmiyor. Artık sen istediklerini başka yerlerde ara, seni mutlu edecek şeyleri de başkalarına söyle!

Benim Dünyamda bulunanları çok iyi biliyorsun. Zahmet çekip yorulmak istersen hemen Bismillah de başla! Yok, hala rahat arıyorum dersen başka kapıları çal, Ben sana bunlar için gerekli rahat ve çile yollarını gösterdim.

Ey Baba,

Ben geçim sıkıntısını üstlenecek yaşa gelinceye kadar benim geçimimi sağlamak senin boynuna borçtur. Bunu bil, zorunlu ihtiyaçlarımı gidermekle yükümlüsün. Şu an için geçim derdi benden çok uzaktır. İşçilerinin parasını ödemeyen patron geçekten cahildir, oysa çalıştırdığı kimselere ücretini ödemek hem patronu mutlu eder hem de işlerin iyi yürümesini sağlar.

Ey oğul,

Bu güne kadar bana hangi hizmette bulunduğun için beni sorumlu tutuyorsun. Öyle olduğu halde ben sana gözüm gibi baktım. Yokluk alemin den varlık alemine adım attığından beri benden sebeplenip geçimini sağlıyor, ikram görüyorsun. Bense senden sitem ve azarlamadan başka bir şey görmedim.

EVLENME VE YUVA KURMA KONUŞMALARI

Ey, Baba

Defalarca öğüt vererek aşırıya kaçtın. Anladım ki bu dünyada çok ufak mutluluklar için, onlarca zahmet ve gayret gerekiyor, dünya bir kaşık balın yanına bir kepçe zehir koyuyor. Bilmiş ol ki evlilik bir bala benzer; ama çocuklar odlumu, artık o balın içine zahmet ve zorluk zehri karışır. Doğrusu yeni gelin demek, sermayenin artması demektir. Bunun içinde evlenip yuva sahibi olmak gibi bir zahmete girmek gerekir.   Arifler zamanında dememiş mi ki, aklına evlenmeyi getiren kişi … Dikkatli ol zira evlenmekle zahmetlere ve çileye adım atacaksın, bunları bilerek kararını ver, daha sonra bundan dönüş yoktur.

Babacığım sen bunları bilerek ve isteyerek evlilik dünyasına adım atmışsın, bundan kurtulman mümkün değil artık. Evlenirken bir çocuğa sahip olmanın bedelini düşünmemiş ve bu bedeli ödemeye hazır olmamışsan, uzağı görememişsin demektir. Eğer bunu geçmişte düşünmüş şimdi kendince bahaneler arıyorsan, bu davranışında yiğitliğe sığmaz.

Şöyle denmiştir;

Sakın ola ki bir kadınla yatan adama özgür de me ! O müebbet hapsindedir. Fakat onu tutuklayan kadın değildir. Çocukların bakım ve gözetimi, terbiyesidir. Bu düşünce onu mahkum eder.

Ey Oğul,

Bu dünyanın düzeni olan nikahın bereketine sakın ola ki zahmet ve zorluk sebebidir deme! Adem oğlunun çoğalmasını sağlayan böylesine şerefli bir beraberliği zahmet ve zorluk kaynağı olarak görme! Bil ki, güzel gözlü dilberlere takılar takarak düğünler yaparak kavuşmak, namuslu kızlara Allahın hükmü ile yaklaşmak, insana iki cihanda mutluluk verir. Evlilik hem nefsi haramlardan korur hem de insanı çalışması hususunda gayrete getirir.

Bir erkeğin geçim sağlamaya dönük çalışmalarında en büyük destekçi ve yardımcısı kadındır. Karısı olmayan erkek güçsüzdür. Sanat özveriden doğar. Bir kadın sahibi erkek ise  tüm sanatlarda usta olur.

Ey Baba,

Kadın sevgisini yanlış biliyorsun. Nikah konusunda da düşüncelerin yerinde değil. Bilesin ki kadın demek, çaresi olmayan dert demektir. Bir doktora gitmek isteseler arı namusu bir kenara bırakacaksın. Uykuya yatsalar onları korumak için uyumayacaksın, hele birde çirkin olursa onunla hayat geçirmek, muhabbet etmek ızdırap olur. Sağlık düşmanıdır onlar. Boşasan, üzülürsün. Bir kadını seven erkek koynunda düşman besleyen akılsızın biridir. Çünkü her kadın kocasının ölmesini, kendisinin hayatta kalmasını ister. Eğer bir kadın kocasının yaşamasını istiyorsa bu yalandır. Çünkü karısının duası gerçekte bedduadır. Fakat koca, karısının ölümüyle ölür. Çünkü onu düşmanının ölümü kederlendirmiştir.

Ey Oğul,

Babası ölen her evlat babasızlıktan ölmez, Anasız kalan her çocukta anasızlıktan can vermez. Şunu kabul et ki bende bir erkeğim ve seni bir şekilde dünyanın zahmet ve kederine ısmarladım. N’olur sen bana acı ve sorumluluklarını yerine getirmeye çalış! Bilmiş ol ki Allahuteala babanın yerine oğlunun rızkını koymuş, annesinin memesinden ona beslenme fırsatı vermiştir. Çocuk eğer ana ve babasından ayrı düşerse, varlığını onlardan başkaları için harcar.

Ey Baba,

Senin bu şekilde bana yardım etmek istemen, kendine sıkıntı vermek değildir. Belki böyle davranarak Allahın rızasını kazanıp payeni yükseltmek istiyorsun. Senin dileğin, Allah rızasıdır, dünya zevklerini terk etmektir. Bunların her ikisi de bir babanın oğlunu kollayıp gözetmesinden kazanılır. Mademki sen benim gibi bir evlada sahip olmakla övünemiyor, birilerinin sözleri ile üzülüyorsun, bu durumda bana düşen, senin temiz kalbini kederli düşüncelerle yormamaktır. Yani senin yanından uzaklaşmak istiyorum. Böylelikle sen üzüntüden kurtulursun ben de zahmet çekmekten…

Nitekim şöyle denmiştir;

“ Dostluk senden incinmişse, sen de dostluktan incinirsin. Öyleyse bir dostluk et de Bir an önce bu dostluğu bırak! Dostluğundan dostunu yaka silkmeye, usandırmaya bırakma!”

Ey Oğul!

Garip bir çıkmazla karşı karşıya kaldım şu an. Ne senin isteklerini karşılayabiliyorum, ne de sana gurbet yolunu gösterebiliyorum. Seni söylediklerimi yapmaya zorlamak istemiyorum, ümidin olmayan bir yoldan da gitmeni istemiyorum, İnan ki hiç kimse bundan daha zor bir duruma düşmemiştir. Senin le olmakta zor,  sensiz olmak ta zor.

Ey Baba,

Bu ayrılık iki türlü fayda getirecektir, Birincisi benimle uğraşmayınca vaktinin tamamını Allahuteala ya kulluk için harcayacaksın. Bu da senin Allaha daha çok yaklaşman demektir. İkincisi ben senin sevgine yaslanmayın ca, ve gurbet teki zorlukları tadınca, belki yaradılışımdaki, terbiye edemediğim o dik başlılığım ezilecek, ilimle uğraşmayı kabullenecek.  Zamanla Yıpranan gönlüm ilim, irfan yolunda ilerleyecek. Bu da bana çok büyük bir kazanç olacak.

Bir nefis, sevdiklerin den uzaklaşıp ayrılmayınca zorluklardan yıpranıp yok olmaz, yalnız başına kalmayınca,  yardım edeni bulamayınca yok olur gider ondan eser kalmaz. Ayrılığa düşmeyenin İlim ve sanat yolunu tutmaması şaşılacak bir şey değildir.

Ey Oğul,

Mademki sana yol göründü, tek başına yola çıkmaya karar verdin, Öyleyse çok dikkatli ol! Zira gurbet pek çok belalarla doludur. İnsan yalnızlığa düştü mü,  hiç beklemediği sayısız sıkıntılarla karşılaşır, Oralarda her adımda, her köşe başında bir yankesici saf insanları kandırmak için çeşitli tuzaklar kurmuştur, kurnazlar her tarafa saf ve temiz insanları aldatmak için oyunlar kurmuştur, sakın onların tuzağına düşüp avlanmayasın! Zira senin aldanman benim namıma gölge düşürür.

Her düzenbaz bir şeytandır, Her yol başında yüzlerce tuzak kuruludur. Adımını dikkatli atmayan kimse olmayacak arzu ve istekler duyarak bu tuzaklara düşer.

Ey Baba,

Bana bir yolculuğa çıkarken alacağım önlemleri öğret! Kimlerden korunmam, kimlerden uzak durmam gerektiğini söyle! Gurbetteki türlü belalardan, kandıracak oyunlardan bahset, oralarda kimlerle beraber olmam gerektiğini öğret, zira hayatında hiç yolculuğa çıkmamış, ayrılığa düşmemiş kimse, memleketler görme sevdası ile yola çıkarsa ve yanında ona kılavuzluk edecek arkadaşı da yoksa, ona güngörmüş, tecrübeli birinin öğütleri arkadaş olur.

Ey oğul,

Bilmiş ol ki insan ömrü boyunca dört temel tehlikeyle karşılaşır; Birincisi, çocukluk devresinde yaşanır, insan çocukluğunda noksan akıllı kadınların verdiği zararlardan uzaklaşmak ve iyi olana yönelmek konusunda acizdir. Dadılar onun iyiliği için diye ne kadar kötü şeyler yaparlar, ehliyetsiz terbiyeciler uygun olmayan fikirleri ve davranışları ile çocuğun gelecekteki yaşamını etkilerler, bu çok büyük bir tehlikedir.

Nitekim şöyle denilmiştir;

Ey olgun kişi! Yeni yetişen bir çocuğu küçümseme, onun dünyasından uzak olma, dadısının elinden içtiği süttür sanma, çocuğu yetiştiren cahil ise elinden zehir içiyordur da sen farkında değilsin, çocuğun bu gün kazanacağı terbiye ve alışkanlıklar, yarın senin karşına çıkacak. Bunu böyle bil!

İkincisi;  Güzel kadınlardır. Onlar çeşitli cilve ve nazlar oynak bakışları ile yalanları doğruya benzeterek insanı aldatır, aklını alır harama sürüklerler. Ay yüzlülerin yanağının çevresinin bir ışık halkası ile çevrilmiş olması, kötü gözlerin güzel yüzlerden uzak olması içindir.

Üçüncüsü;  Gençlik gururudur. İnsan bu döneminde gönül avcısı güzellerin aşkıyla ve de işveli arsız dilberlerin oyunlarıyla bir bakış bir gülüş uğruna gider, eli kanlının birine tutulur, kendini kurtaramaz.

Dördüncüsü; Yaşlılık zamanıdır. İnsan bu döneminde güçten düşmesi ve dünyevi endişelerin artması sebebiyle cahillerin elinden nice sıkıntı, eziyet, zulüm çeker .  Hasret kaldıklarından dolayı pişmanlıklar duyar. Üzülür!

İnsan gençlikte bilmediğinin çokluğundan cahilliğe, yaşlılıkta ise bunca yıl yaşamışlıktan dolayı alimliğe sahiptir. Fakat yaşlılık güçsüzlük, gençlik ise güçlülük zamanıdır. Öyle ise güçsüzlük ilme, güçlülük cehalete sahip olduğu sürece gençler, yaşlılara sıkıntı, eziyet ve zulüm edecektir.

Ey baba,

İnsanoğlunun hayatı boyunca önüne çıkan bu dört tehlike, Allahın arzu ettiği ve karşılığında da mükafat landıracağı hallerdendir.  Bunlar insanı daha sonraya hazırlamak içindir.

Çocukluk dönemindeki kuvvetsizlik, bir şey yapamama, beceriksizlik insana, İki dünyadan habersiz oluşun avantajlarını sunar.

Güzellik insana,  Diğer insanlar arasında fark edilmek, bilinmek gibi bir ayrıcalık sağlar.

Gençlik gururu, insanı huzura eriştiren aşkın doğmasına sebep olur.

Yaşlılıkta ki güçsüzlük ise kişiye zamane insanları arasında saygınlık ve güvenilirlik sağlar.

Yaratılışın dört mevsiminde her zorluk ve sıkıntıya karşılık bir mükafat verilmiştir. Acizliğe habersizlik, güzelliğe üstün olma, aşka muhabbet zevki, yaşlılığa hürmet görme nimeti bahşedilmiştir.

Şimdi bana söyler misin, ben bu dört tehlikeden hangisi ile karşı karşıyayım. Bunu bileyim ki, onun
karşılığı mükafatı mı da bileyim.
Ey Basiret ehli! Söyle bana! Benim kendi varlığımdan bile haberim yok. Benim kim olduğumu göster bana! Benim varlığımda iyilik mi kötülük mü var bana bildir!

Ey Oğul,

Sen ilk kargaşadan geçmiş, ikincisine ulaşmışsın. Güzelliğinle dikkatleri üzerine çekiyorsun. Artık arkandan seni takip eden gölgelerden sakınmalısın. Aynada ki  sen sana nazar ederse  diye ondan dahi çekinmelisin.

Sakın toplulukları süsleyen biri olma! başı boş kimselerle arkadaş olma onlardan uzak durursan, senin dostlarında tehlikelerden uzak olur. Böylece senin gidişin dost ve kardeşlerinin kötülenmelerine sebep olmaz.

Unutma ki, güzellik bir hazine, namus onun kalesi, insanlığı ve aileni koruma gayreti de  o kalenin sözcüsüdür. Edepli insan, o kaleyi hırsızlardan, uğursuzlardan korumayı vazife edinmiş kimsedir.

Ey Baba,

Zor anlayacağım sözler ettin bana, beni yine zor yola koydun. Güzellik mevsimi, yani gençlik zamanı  zihin ve zekanın gelişmeye başladığı mevsimdir. Yüz güzelliği günleri, nefsani güçlerin uyanmaya başladığı günlerdir. Kamil insanlar böylesi vakitleri arzulamalıdırlar. Güzel yaratılışlı kişiler, zevk sahibi olurlar, güzel bakışlara aşıktırlar. Eğer peri yüzlü güzeller, Cahillerin kötülemelerinden korkup hoş yaratılışlı kişilerle arkadaş olmazlarsa, kamil kişiler onlarla nasıl buluşabilir de onlara nasıl faydalı olabilir. Gençlik ve ilim, irfan öğrenme zamanı geçtikten sonrada ne onlarda öğrenme isteği kalır nede dedikodulardan kaçma isteği, artık iş işten geçmiş olur. Şunu belirtmeliyim ki,  ilmin güzellikleri incelikleri tam olarak bir bilenden öğrenilmediği için, bildiğini sandığımız veya bize bilgilidir diye dayatılan kimseleri taklit ediyoruz. Onların hal ve davranışlarını esas alıp eleştiriler yapıyoruz. Kendimiz öğrenme çabası göstermediğimiz gibi kimsede ilmin faydalarını insanlara sunamıyor.

Nitekim şöyle denilmiştir;

“ Gençliğin süresince,  güzel ahlaklı olgun kimselerden güzel terbiye kazan! Gençliğin azalınca da bu öğrendiklerinle güzel ahlaklı olursun, öğrendiğin güzelliklerden en zor şartlarda bile vazgeçme ki olgunluğun artsın”

Ey , başı boş oğul,

İnsanların binde birinin irfan mertebesine ulaşmasının,  güzel davranışlar içinde olmamasının sebebi budur. Eğer eğri bakışlı kötü düşünceli insanlar güzellerin yoluna değişik tuzaklar kurmamış olsalardı, aşkı tertemiz yaşayan insanlara iftiralar atıp, yalanlar uydurup kötülemeselerdi, güzel insanlar aşıklar la beraber olmayı, ağzı dualı bilge kişilerle dostluk kurmayı, babalarıyla birlikte olmaktan daha üstün tutar, bunu babalarının en çok sevinç ve gurur duyacağı işlerden kabul ederlerdi.

Sevenle sevilen arasındaki ayrılığın sebep olduğu büyük acı, ayrılmalarına sebep olan, fesat yaratanın  düşüncelerinde ki kötülüktendir. Yoksa güzellik aşktan ayrı olmazdı. Sevenlerin arasında ayrılık olması  yakışırmı,  uygun mudur .

Ey Baba,

Güzellik temizdir ve kirli olanların saldırmasından korkmaz. Güzelin güzelliği herkesçe görünür. Onda doğrunun ve yanlışın belirtileri ortaya çıkar, belirginleşir. Hiçbir güzellik kendisini korumaya, muhafaza etmeye çalışmayan kimsede kalıcı değildir. Temiz güzelliğe, temiz aşk yol gösterir. Şu alemde her şey kendi cinsine meyil eder.

Ey dost! Eğer temiz bir kişiysen, kirli kişilerle beraber olmaktan korkma! Kirli kirliyi tanır ve ona dost olur, eğer sen temizsen kirli seninle nasıl dostluk kurabilir ki?

Ey Oğul,

Mademki aklını kullanarak kirli ile temiz arasındaki farkı görebiliyorsun, iyiyle kötüyü ayırabiliyorsun. Öyleyse artık özgürsün, sana yolculuk izni veriyor, seni sana bırakıyorum.

Zira,  güzel kavrayışı olan bir kimse iyi ile kötüyü bilir. Böyle bir kişinin vatanından uzak diyarlar da  üzüntüsünü  paylaşacak biri olmasa da fark etmez. O kendisine yeter.

Ey Baba,

Her ne kadar yolculuk yapmaya gücün olmasa da, senden bana bu uzak diyarlara yolculuğum da bana yol arkadaşı olmanı istiyorum. Zira ben henüz dünyada ki sanat eserlerini görmek öğrenmek için hiç yola çıkmadım. Benimle birlikte gel de,  gördüğüm şeyleri n niteliğini senden öğreneyim.

Yolculuğa çıkan birinin hoş vakit geçirebilmesi için yanında sabah akşam konuşabileceği bir arkadaşı olması gerekir. Ayrıca bir sanat eseri ile karşılaşınca, onun gerçeği, aslı, esası ile ilgili bilgi alabilmesi içinde bunun böyle olması gerekir.

Baba, oğlunun böyle bir arzusu olduğunu görünce, onunla birkaç adım beraber yürümeyi uygun gördü. Ve ikisi birden evden çıkarak dünyayı adım adım dolaşmak için yola çıktılar. Bu yolculukta oğul anlamakta zorlandığı her şeyi babasına sorup öğreniyordu.

Derken yüce insanların toplandığı yüksekçe bir konağa ulaştılar. Sultanlardan daha yüce insanların bulunduğu bir binaya ve tertemiz bir alana vardırlar.

Konak bir gelin gibi süslenmişti. Onu görenler hayret er içinde büyülenmiş gibi oluyorlardı, Müezzinler kıvrak sesleri ile insanları çağırıyorlardı, Bu alan, burada olmaktan mutluluk duyan, lezzet alan insanlarla doluydu. İmam mihraba çıkmaya hazırlanıyor, herkes onun konuşmasını bekliyordu.

Oğul. Babasına sordu:
Babacığım burası neresidir ve bu şerefli yerin adı nedir?

Baba,

Ey oğul, burası, Beytullahtır  Allahuteala nın  evidir. Temiz kalpli, Allahın emirlerini yerine getirmeye çalışan, ibadeti seven insanların ibadet ettiği yerdir. Kulluk yeridir burası. Burada şeytana yer yoktur. Ve buradakiler ondan korkmazlar. Çünkü burada sabah akşam şeytanın kötülüklerinden korundukları bir kaledir.

Ey Baba,

Mademki burası Allahuteala nın evidir, doğruluğun ve temizliğin yeridir, öyleyse oğlundan haberi olmayan bir babanın ve babasından korkmayan, çekinmeyen saygısız bir evladın bu konağa konuk olması doğru olmaz, üstelik bir kimse ev sahibinin kurallarını bilmediği bir eve nasıl misafir olabilir?

Nitekim şöyle denmiştir;

Bu ev, teklik, doğruluk ve temizlik evidir. Allahuteala nın kutsal mekanıdır.  Henüz dünya yaşantısını düşünen bir insan böyle bir eve konuk olmaya layık olabilir mi?

Ey oğul,

Bozguncularla, dinden çıkmışlarla konuşup görüşmeden bu eve gelmek gerekir. Buradakilerle muhabbet edip onların sözleri ve davranışlarından alınacak derslerle insan cehalet karanlığından kurtulabilir. bu topluluğu taklit etmek insanı arzu ettiği her şeye kavuşturur.

Bu mecliste Allahuteala ya özlem duyanların şarabı ve sözleri bulunur. Mümkünse buraya gel ve bir kadeh iç! Zira bu kadehte öyle bir sihir vardır ki sonsuza kadar yaşama sevincini tadarsın.

Ey Baba,

Burası olgunluk evidir, buraya ancak olgun insanlar gelir. Olgunluğu öğrenmek için gelinmez, Erenler diyarıdır. Erenliğe giden yol değil!.. Eğer buradakiler kurtuluşa ermiş kimselerse, benim gönlümdeki keder ve kötülükler onların yüreklerini kirletebilir ki bu gerçekten kötü olur. Eğer buradakiler Allahuteala ya aşk ile bağlanmış kimselerse, benim günahsız gönlüm o aşkı anlayamazda isyanı seçerse gerçekten yazık olur.

Eğer bu meclistekiler bütün güzel sıfatları taşıyan, erdem ve bilgi sahibi kamil insanlarsa, onların yanına gidip te niçin cahilliğimizden utanalım! Yok eğer kendini beğenmiş, geçimsiz, huysuz insanlarsa  onlara neden ortak olalım!

Şu an benim yapacağım en iyi iş buraya getirdiğim kötü huy ve çirkinliklerimi Allahutealanın evinin önünden toplayıp bana uygun olacak bir yerin yolunu tutmaktır.

Zira bir mecliste oraya uygun olan kişiler bir araya gelir. Bu mescit öyle kalabalık ki, burada bana yer yok!

Oğul , Kabeye girip orada kalmaya razı olmayınca Baba ile birlikte yola koyuldular. Her şeyi gözleyerek dolaşıyorlar, muhabbet ederek dolaşıyorlardı ki ansızın bir eve geldiler. Bu ev adeta Dünya alem e başkaldırmış gibi görünüyordu. Oradan yükselen çalgı ve şarkılar yeri göğü çınlatıyordu. Etrafta hizmet karların olduğu bir yerde toplanmışlardı. Sarhoşların şamata ve gürültüleri hayatında nefsinin hoşlanacağı işleri yapmaya alışmış kimselerin başını daha fazla döndürüyor, içkiyi seven sarhoşların bağırmaları aklını kaybetmiş, kendinden geçmiş dünyadan habersiz sarhoşları uyandırıyordu.  Şarap dağıtanlar ancak aklından noksanların, aklını kaybetmek isteyenlerin içeceği yakut renkli şaraplar dağıtıyorlardı. Çalgıcılar o kadar yüksek bir perdeden çalıyorlardı ki, bu perde ancak ikiyüzlü, özü sözü bir olmayan insanların haykırmaları ile örtülebiliyordu.

Kısacası, dünyadan geçmiş, ahretten dönmüş bir kalabalık vardı burada.

Oğul, sordu “Ey Baba”

Gönül okşayıcı bu yer nasıl bir yerdir. Bu duyduğum sesler nasıl sestir? Bu kalabalığın bakışları benim aklımı aldı. Gönlüm başka bir alem e açıldı sanki. Bunların hepsi yaradan dan hoşnut olmuş zevk ve sefa içinde yaşıyorlar.

Baba,

Ey oğul! Burası şeytanın evidir. Allahutealaya kafa tutanların yeri… Bu evin sakinleri, Allahuteala nın rahmetinden uzaktırlar. Çünkü her davranışları ile ona karşı gelmekteler. O‘ na  düşmanlık beslemekteler. Onlar bu dünyada içki ve keyif verici şeyler içerek akıllarını kaybettikleri için ayıplanırlar. Ahrette ise Allahuteala’ nın emirlerini yerine getirmedikleri için onun nimetlerinden mahrumdurlar. Onlar Allahuteala yı bilmedikleri için böyle davranıyorlar. Onu bilip tanımayandan daha kötü kim olabilir? Yok eğer onu tanıyor ve biliyorlarsa, bu bilerek ona karşı geldiklerini gösterir ki bu daha da kötüdür ve çok büyük günahtır.  Akıllı ve talihli kimseler bu topluluğun izinden gitmez onlarla muhabbet ederek huylarından huy edinmez ve kendini perişan etmez.

Bu topluluk hem hak tan, hem de Halk tan uzaktırlar. Öyle görülüyor ki, Onlar ya korkusuz yürekli gözü pek kimselerdir, ya da gözleri kördür.

Ey Baba,

Bu yerin şeytanın evi olduğunu söyledin ve burada oturup vakit geçirenlerin Allahuteala ya  isyan içinde olduklarını söyledin. Bu nasıl bir hikmettir ki Allahuteala kendi eliyle O’na düşman olanların yaşadığı yere bu güzellikleri yerleştirmiştir. Bu nasıl iştir ki, Allahuteala kendi düşmanlarının arasına bir hastalık yerleştirip onları perişan etmemiştir? Onlara istedik leri her şeye kolayca erişsinler, refah ve mutluluk içinde yaşayıp Allah korkusunu bilmesinler, dinin yasak ettiği her şeyi çiğneyip geçsinler diye zaman vermiştir.

Nitekim,  Bir sarhoşu, meyhaneci den şarap isterken gördüm
Bu yaptığın Allah emrine uymaz dedim.

Dedi ki:   Biz her şeyi Allahtan biliriz
O istemezse biz dilediğimiz hiçbir şeyi yapamayız. Diye de bir şiir vardır.

Ey Oğul,

Sakın ola ki böyle bir inanca kapılıp da yoldan çıkmayasın! Yoldan çıkmış, Allahuteala ya karşı gelenlerin bu söylediğine aldanmayasın. Bilesin ki  Allahuteala nın kötülüklere, isyanlara sabretmesi, azap için gereken delilleri güçlendirmek içindir. Onlara ceza vermekte acele etmemesi ise, Onları n akıllarını kullanıp bir an önce yanlıştan dönmelerini umduğu içindir. İyi iş Allahuteala nın emirlerine uygun olan işlerdir. Kötü iş ise yanlış yola giden, O’nun emirlerine uymayan işlerdir. Fakat sarhoşların aklı yoktur ki iyi ve kötüyü bilsinler.

Ey temiz yaradılışlı insan! Mademki bu dünyadasın, ya geçim için çalış ya da dönüş için! Şarap içip de her iki dünyadan da habersiz olmak sana hiçbir şey kazandırmaz.

Ey Baba,

Eğer bu adamlarla beraber olup sohbetlerde bulunup onların şarabından içmişsen bu senin fesatçı biri olduğunu gösterir ve sözlerinin hiçbirisine güvenilmez. Yok, eğer onlarla beraber olup sohbetlerinde bulunmamışsan onların doğru ya da yanlış olduğunu araştırıp ondan sonra kanaat getirmemişsen, söylediklerinin doğru olduğu pek söylenemez doğrusu!

Eğer şarap içip de şarap kötüdür diyorsan, utanman gerek! Zira kendi ayıbını söylüyorsun. Eğer şarap içmediğin halde onu kötülüyorsan, yine utanman gerek çünkü onun nasıl bir şey olduğunu bilmeden kötülüyorsun.

Ey Oğul,

Allahutealanın , emirlerinde şarap ve keyif verici, insanları normal düşünmeden saptıran şeyler hakkında söyledikleri bizim için yeterlidir. İçki hususunda akıl sahibi, doğru düşünen insanların ondan tiksinmeleri, onun pisliğine kesin bir delildir. Eğer Allahuteala  bu pisliği haram kılmışsa, huzurun dan uzaklaştırdığı  bu insanlardan sormaya , onlarla görüşüp tartışmaya gerek var mıdır.

İnsanın her durum da, Allahuteala’nın emirlerine uyması, yapma dediği şeyleri yapmaması gerekir. Biz hiç bir zaman her şeyi tecrübe edemeyiz. Her hususta Hakk’ın sözü iyi ile kötüyü birbirinden ayırmaya yeterlidir.

Ey Baba,

Bir şüpheye dayanarak insanları suçlama! Zanna uyarak insafsızlık etme! Bu şarabın insan pisliğine bulaşmış şarap olduğunu nereden biliyorsun? Şarap içenlerin akıllarının yok olduğunu nereden biliyorsun? Belki de şarabın her damlası cehennem ateşini söndürüyor. Bu insanların neşesinden yükselen nağmeler yüce alemleri yüceltenlerin bir zikridir .

Bilmiş ol ki, şarap içenlerinde gönüllerinde inandıkları vardır. Şarabın sır perdesi hiç kimseye yol vermez. Aklı başında olanlar şarabın ne olduğunu nereden bilecekler? Sarhoş olanlar ise zararlarını bilemezler zaten olan bitenden haberleri yoktur.

Ey Oğul,

Diyorsun ki, Şarap içenlerin yeri Allahuteala nın heves meclisidir. Boş işlerle uğraşanlar oraya giremezler.  Manayı tanıyanların mekanı, marifet  dünyası dır. Süslenmiş yıkık dökük yerlere devamlı giden oraları sevenler bu dünyaya erişemezler.

Böylelikle dayanacağın temel düşünceleri tamamen yıktın. Hakkı, çürük temelsiz düşünceler ile karıştırdın. Zira kötü nefis, kendini teselli etmek için kötüye iyi der. Yanlışı kendi arzusuna göre çevirerek,  ben böyle düşünüyorum diyerek Allahın emir ve yasaklarını sanki kendisinden başka anlayan yokmuş gibi veya o zaman öyleymiş şimdi böyle olması doğrudur diye yorumlar ve ona inanır, böylece kurtulacağını zanneder. Oysa Büyük gaflete düşmüş, sanki  Allahuteala  o zaman ile şimdiyi bilmeyecek kadar aciz durumda dır da kendisi daha doğrusunu düşünmüş, şirke girmiştir. Bu da affı olmayan ve insanı imandan çıkaran fiildir.

Ben nerede, meyhane nerede !.. Ben hiçbir zaman o topluluğa meyil etmeyeceğim ve san da izin vermiyorum! Eğer senin gönlün oraya kayıyorsa. Bilmiş ol ki, yaptığın sana da bana da iyilik getirecek bir iş değildir. Bu seninle beni ayırır.

Ey Baba,

Bu durumda Hak, senin yanındadır. Çünkü meyhaneye meyletmek gibi bir düşüncen yok. Alışkanlıkların tersine davranmak da sıkıntı verir ve felaketlere yol açar. Senin görüşlerin değişmeyecek ve sabittir,  senden önceki kamil insanları taklitle ve dinin gereklerini yerine getirmekle meşgulsün. Seninle bu topluluk arasında tam bir zıtlık var, sen onları sevmiyor nefret ediyorsun, onlar senden ürküyor. Fakat ben hiçbir zaman bir topluluğun değerini kendime göre ölçüp biçmeden onlar hakkında olan şüphelerimi gidermeden senin gibi taklit yoluyla onların sohbetinden geri durmam. Ve onların bulunduğu ortamdan uzak durmam. Bu benim için imkansız bir şeydir. Sen bir süre bir köşede oturup sabret! Bense buradakilerin halini anlamaya çalışıp senin yanına geleyim.

Ey benim temiz yürekli babam, Karar verdiğim bu yolculukta biricik yoldaşım, akıl sermayedir. Bu sermayeyi kullandığımdaki faydayı göz önünde tutarak araştıracağım, bundan zarlı çıkmayacağımı umuyorum.

Bu konuşmalar üzerine Baba, oğlunun meyhaneye girmesine izin verdi. Böylelikle oğul sarhoşvari biçimde meyhaneye ayak bastı . İçeri girdiğinde sedirin üzerinde oturan bir ihtiyar gördü. Adeta meyhanenin süsüydü bir şey isteyen herkes ondan istıyordu. Bazen sarhoşların kadehlerine bakarak kendisinden habersiz sarhoşlara dünyanın halini haber veriyor, bazen çalgıcıların şarkılarında gizli dünya sırlarını açıklıyor, yorumlar yapıyordu. Güzelleri güzelliğin kalıcı olmadığından, yaş kemale erince yok olacağından haberdar ediyor, kalıcı olanın yüreklerdeki aşk olduğunu aşkı onların gönüllerine yerleştirmesi gerektiğini söylüyordu. Şarap dolduranlara kadehleri devamlı dolaştırmalarını söylüyor, neşenin kaynağını buna bağlıyordu.

Aydın gönüllü sarhoşların piri, seziş ve anlayışıyla her güçlüğü ve engeli çözüyor, oradakilere hakikat hazinesinin anahtarlarını veriyor, sır hazinesinin sandığını açıyordu. Aşk onun adının süsüydü. Akıl onun çocukluğunun övünmeye değer sahip olduğu şeydi. Bakışları ile şarabı arzulatan ve kalpleri kendinden geçirip sarhoş eden oydu. Onun himayesi ve kayırması bir kimseyi topraktan alıyorsa mutlaka ona bir değer katıyordu.

Oğul, sarhoşlar pirinin nurlu çehresini görünce ona selam verdi. Şefkat ve güngörmüşlükte yetkinliğe ulaşmış Pir bu selama karşılık verdi. Yeni açılmış güle benzeyen delikanlının yüzüne “Biraz garip görünüyorsun bir derdin mi var? Nereden gelip nereye gidiyorsun? Eğer yolunu kaybetti isen söyle sana kılavuz olup yol göstereyim! Bir ihtiyacın varsa emret onu yerine getireyim. Ey Genç sen bizim huyumuzu mizacımızı bilmezsin. Sanki yanlışlık la buraya düşmüş birine benziyorsun. Yanlış yola gidiyorsan bilesin ki burayı doğru yoldur. Eğer bizi arıyorsa otur ve Bismillah de!

Delikanlı sarhoşların Pirine;  Ey Pir seni böyle görünce hayrete düştüm doğrusu. Zira bana ‘ Meyhane şerli , kötü bir yerdir, şarap içmek kulluğun temelini yıkar. Allahuteala ya yakın olmak isteyen buralardan uzak durur, Allahuteala nın emrini yerine getirmek isteyen ve bundan mutlu olan kişi buradan nefret eder’ demişlerdi. Oysa şimdi görüyorum ki sen anlayışlı birisin. Bu anlayış ve davranışınla

Buradaki insanlarla birlikte olmayı tercih etmen şaşılacak bir şey doğrusu!

Sarhoşların piri şöyle cevap verdi: Ey Genç adam! Meyhanenin vasfını bende bilirim, Şarabın zarar ve faydalarını da bilirim, Allah yolunda gidenler buraya insanların arasını açan dedikodu yuvasıdır der. Allah yolunun yolcuları şarabı ayrılık çıkaran, insanları birbirine düşüren şeylerin başında bilirler. Allahuteala ya şükrediyorum ki, ben o insanların ayak bastığı yere ayak basmadım. O cemaat halkasının tuzağına düşmedim. Derler ki, Akıllı biri şaraba nasıl el uzatır? Bir kimse her iki dünyada insanın perişan olmasına yol açan bir şeyi nasıl olurda içer! Bu ne talihsizliktir.

Nitekim şöyle denmiştir, “Akıl insanı diğer varlıklardan ayıran, şerefli yapan Allaha kul olmanın temelidir. Yazıklar olsun ki bu şerefli, yüce yapı şarap la yıkılmış harap olmuştur”

Delikanlı Sarhoşların Piri’ne

Ey Pir, Senin bulunduğun yerdeki makamın nedir? Bu kadehteki şey nasıl bir şeydir? Buradaki insanları ben iki cihana karşıda isteksiz görüyorum. Onların şarabı sırları keşfeden şey olarak kabul ettiklerini gözlemliyorum. Oysaki şarap fitne fesattır. Bu yüzden dinimiz emirleri ile yasak edilmiştir.
Fakat senin verdiğin şarap fitneyi yok ediyor. Söyle bana ey meyhaneci!  Kadehindeki şarap değilse nedir?

Pir cevap verdi ;

Burası bir şifahanedir. Dertliler derdine çareyi burada bulur. Bilmiş ol ki, ruhun yakalandığı en korkunç hastalık şeytanın verdiği yanlış ve yersiz düşüncedir. Bir insanı bedenle ilgili zevkler esir alır ve ondaki şehvet güçlenirse ruh bu hastalığa yakalanma yoluna girmiştir. Bunun belirtisi ise Dünya işleri peşinde koşup devamlı o işleri düşünmektir. Bazı kimseleri elde edecekleri cennet, huriler ve hizmetçiler, iki yüzlülük ile karışık bir kulluğa sevk eder. Böylece onu gerçekten arzulanması gereken şeyden uzaklaştırır. Bazı kimseleri de mal, mülk ve makam gibi aldatıcı düşüncelere Kaptırarak asıl amaçtan mahrum eder. Allahuteala ya şükürler olsun ki, bu hastalığın belirtilerini görüp teşhis etmek bana gösterilmiştir. Bu hastalığı iyileştirme reçetesi benim yaptığım şerbettedir. Bu yüzdendir ki dertlerinden kurtulmak isteyenler benim yanıma gelir, kendini benim şifalı ellerime bırakır. Ben de ona önce bu harap dünyanın bağlarından kurtulmasını söyler, verdiğim şerbetle onun beden ve ruhunu temizlerim. Daha sonrada gönül okşayan güzellerin söylediği şarkıları onun gönlüne sunarım. İsterim ki, kısa zamanda iyileşsin ve her iki dünyanın da şüphelerinden kurtulup gerçek dosttan başka dost aramasın. Allauteala nın mülkünde  Allahuteala nın yolundan başka yola gitmesin.

Nitekim şöyle denmiştir: yaşarken öbür dünyanın işlerini düşünmek bir derttir. Zaten dünyanın günlük işleri ve koşturması gönül için yeteri kadar yüktür. Fakat sarhoş olurda akıldan kurtulursan her ikisinden de kurtulmuş olursun.

Delikanlı meclisin Piri’ne

Ey Pir dedi, benim gibi bir dertliye derman müjdesi verdin. Yaralı gönlüme merhem sürdün. Ben bundan önce dünyayı da ahreti de umursamayan biriydim. Bu dünyada olan her şeyi yokluk sanırdım.

Şu kısa ömrümde itibar sahiplerinin öğütlerini dinledim. Etrafımdakilerin ayıplamalarına şahit oldum, geceleri ahret korkusu ile uykularım kaçtı, gündüzleri ise dünyalık kazanma peşinde koşmaktan başka bir şey yapamaz, düşünemez oldum. Ey Allah’ım benim derdime bir çare ver! Beni kötü yolların tehlikelerinden koru diye dualar ettim. Hastalığımı kime söylediysem anlamadı, dermanda olmadı.
Dünya düşüncesi gönlümden huzuru aldı götürdü. Ahret korkusu beni zayıf düşürdü. Derdime deva olsun diye gittiğim herkesin benden yüzlerce defa daha çaresiz olduğunu gördüm. Söyle bana derdimin dermanını ey Pir dedi.

Pir, Genç adam’a ;

Senin,  itibar için Allah yolunda görünen sadece diğer insanların saygısını kazanmak için din kurallarını uygulayan kimselerden uzak durman gerek! Sevgilinin bakışıyla sarhoş olup dünya işlerinden yüz çevirmen, onları bırakman gerek! Kadehin verdiği neşeyle ahret ten habersiz olan dünya  perest ler den çekinmen gerek! Eğer insan bu harap dünyaya meyletmezse, gönlünden ahret korkusunu çıkarmazsa hesap ve azap tan kurtulur, hatta yalnızca kendisi değil dünya azaptan, ahret de hesaptan kurtulur.

Genç Adam, Pir’e;

Ey Pir, Bana şefkatle karışık sözler söyledin, gönlümü kazandın. Madem ki beni kurtuluşa erdireceksin, öyleyse bekletme! Benim sıkıntılarımı anlamış ve bunları halletmeme yardımcı olacaksan, bana yardım et. Benim üzüntümü, kederimi giderecek şeyi bana ver ki dünyalık peşinde koşmaktan, geleceğe şüpheyle bakmaktan kurtulayım, Yüreğimde kalması gerekmeyen lüzumsuz şeyler kalmasın silinsin.

Pir genç adamın öğrenme azmini görünce gülyanaklı sakiye işaret ederek, Ey saki Dertleri gideren, ruhu canlandıran şerbeti getir! Bakışlarınla onun gözlerinden kanlar akıt! O nun şerbetine birazcık azim ve gayret ilacı koy! Sofrasını kurarken gönlünü açacak sözler,  şarkılar söyle ki yavaş yavaş, inanç ve imanını şekilden kesip mana ya bağlasın. Mecazi imandan kurtulup gerçek imana kavuşsun.

Kederi gideren bu şarabı içen kişi ne hoş olur, bir an için aklın olumsuz, yersiz düşüncelerinden kurtulan kişi ne hoştur! Bilmiş ol ki “Allahuteala ya yaklaşmak ile o nun hoşnut  olmayacağı  her  şeyden  uzaklaşmak  aynı şeydir ” tüm ayrılıklarda Allahuteala nın izi vardır. Sen bu izi bulmaya çalış.

Bunun üzerine saki, pir in işareti üzerine erguvan renkli şaraptan bir damlayı muhabbet şerbetine damlatıp nazik bir şekilde delikanlıya sundu. Delikanlı sanki kadehi öpercesine dudağına götürdü. Şerbetin tesiri ile aşk sultanının gökyüzünde manevi alemi görenlerin başında bayrağı dalgalandırdığını gördü . Ve cihanı gözlemlemeye başladı. O nun ışığı, neşe bahçelerinin görülmesini sağlıyordu. Dünyevi şeylerin karanlığı o ışığı etkilemiyor olayların kötü sonuçları o bahçeleri solduramıyordu.

Bunu gören Genç yeni açılan gonca gibi güzel ve alçak bir sesle şarkı söylemeye başladı;

Ey Dünya, yeter gayri beni oyalayıp durduğun, seninle daha yeni tanışmışken bütün istek ve arzularıma yüz çevirdin. Fakat ısrarcılığımı görünce çaresiz kalıp onları bana verdin. Kısacası delikanlı, bu topluluktaki muhabbetten öyle hoşlandı ki, bu onun babasına dönen yolların kapanmasına neden oldu.

Baba, oğlunun başına kötü şeylerin geldiğini düşünüp telaşlanıyordu. Kendi kendine “ şeytan onun yoluna tuzak kurdu” dedi her baba gibi kaygılandı. Doğruca meyhaneye koştu. İçeri girince birde ne görsün; oğlu oradaki topluluğa dahil olmuş içip duruyordu. Bunun üzerine Baba,

Ey oğul, sonunda şeytanın aldatmacasına kapılıp bizi mahçup ve perişan ettin, yüzümüzü yere eğdin. Dünyada sana dair ümidim kalmadı artık, hiç görmediğim şeyi sende gördüm. Şımarmandan övünmenden korkuyordum, fakat daha fazlası geldi başıma! dedi

Genç adam, Ey Baba dedi.

Sen benim bozuk inançlı sarhoşlarla düşüp kalkmamamı söyledin.  Bu meclis ise iffetli ,dünya  işlerine aldırmayan hoşgörülü, kalender insanların meclisi. Sen beni pis şaraptan men ettin. Burada içilen ise can okşayıcı bir şaraptır. Hele otur biraz! Otur da bu topluluğun haline gözle onları tanı! Göreceksin ki hiçbir şey senin düşündüğün gibi değil!

Bilmiş ol ki her ayna aslında içinde özü saklayan bir kabuktur. Onda dostla düşmanı ayırt etmek zordur. Düşman gördüklerin dost, dost gördüklerin düşman olabilir. İyi bildiklerin kötü, kötü bildiklerin iyi çıkabilir.

Ey Oğul, Bu aldatmacalar şeytanın aldatmacasıdır. Nefsin çeşitli oyunlarıdır. Sen kötüyü iyi sanmış, nefsinin oyunlarına kanmışsın. Eğer böyle olmasaydı, şeytan bu oyunlarıyla haramı helal gösterebilir miydi? Bilesin ki iyiyi kötüden ayıramayan kişi kötü işler yapar. Sen meyhaneyi ibadethane sanmışsın şarabı gerçeği öğrenmenin kaynağı olarak düşünüyorsun.

Unutma ki şaraptan, şaraptan şeytanın kötülüklerine uzanan yüzlerce yol vardır. Çünkü o aklın işlemesini önler.  Allahın emirlerini dinlemeyip aksine hareket eden kişi yaptıklarının iyi olduğunu sanır. Onların kötü olduğunu bilse asla kötülük yapmaz. Sen şu anda bu durumdasın.

Ey Baba,

Sen meyhaneyi şeytanın makamı olarak görüyor, şarabı ayrılık ve  dedi kodu vasıtası olarak biliyorsun. Oysa insanların arasını açan şey hırs ve gururdur. Bunlarsa bu meclistekilerde n çok uzak vasıflardır. Şeytanın ayrımcılık çıkarmadaki kullandığı şey hile ve iki yüzlülüktür. Bu meclistekiler bunu da kötü olarak görür. Eğer bu evi Allah sız olarak görüyorsan Allahuteala nın her yerde hazır ve de nazır olduğunu bilmiyorsun demektir. Eğer bu yerde Allahuteala nın var olduğunu kabul edersen, doğal olarak şeytanın varlığını da kabul etmiş sayılırsın.

Bilmiş ol ki, şeytan Allahuteala ya yüz çevirendir. Nerede Allah varsa şeytan oradan uzaktır. Allahuteala yı an şeytandan korkma! Zira şeytanla konuşmak insanlıktandır.

Ey Oğul,

Madem ki  Allahuteala her  yerde hazır ve nazırdır, öyleyse niçin bir kere olsun adaba uyarak Allaha kulluk edenlerin meclisine ayak basmadın? Sürekli olarak her şeyden habersiz insanların toplandığı bu meyhanede bozguncular ile birlikte oturmaktasın. O mecliste ne kötülük gördün, bu mecliste ne iyilik buldun? Eğer bu iş şeytanın işi değilse, meclis yerine meyhaneyi seçmen nedendir?

Bilmiş ol ki şarabı sevenlerin gönüller i  Hakkı  bilmekten uzak olur. Mescittekiler kulluktan bir fayda görüp orada oluyorlar, anlayamıyorum meyhanedekiler bu işten ne kazanıyorlar?

Ey Baba,

İyi düşününce anladım ki mescit e devamlı gidenler yaptıkları işle gururlanmaktadır. Meyhaneye gidenler ise kendilerinde değil ne yaptıklarını bilmiyorlar. Mescit e gidip kulluk edenler, ibadetlerine fazlaca güvendikleri için gurur sarhoşluğundalar. Meyhanedekilerin hatalarını itiraf etmeleri onları gaflet uykusundan uyandırmış. Mescitte doğruluk arkasına gizlenmiş bir yanlışlık var! Meyhanede ise günah elbisesine bürünmüş bir sevap !.. Bilesin ki suçunu bilip itiraf edenlerin bağışlanması mümkündür. Gururlanarak kulluk edenler ise her an Allahutealaya isyan edebilirler. Ben bu gerçeği görünce kendimi korku çukurundan kurtarıp umut vadisine çektim. Yokluğa ulaşan bu topluluğa uyarak varlıktan ilgimi kestim.

Bilmiş ol ki mescittekilerin hepsi kavga adamıdırlar, Akla yasak olan her şeyi sohbetlerinde konuşurlar, tartışırlar. Fakat meyhanedekilerin hepsi kendilerinden habersizdirler. İşte ben kendisinin adını anmayan bu adamların meclisini bu yüzden seçtim.

Ey Oğul,

İnsan ya dünya hayatına önem verir onun kurallarını uygular, yada Ahirete önem verir onun gereklerini yerine getirmeye çalışır, Şarabın doğasında hem dünya işlerini unutturması, hem de ahret işlerinden uzaklaştırması vardır. Çünkü aklı engeller, Bir insan Hayvanlarla mukayese edildiğinde onu üstün kılan şey aklı ise ve bununla övünürken nasıl oluyor da övünç sebebi olan aklını şarap içerek yok etmeye çalışır? Burada üzerinde durulması gereken bir mesele daha var ; Eğer Allahuteala şarabı yasak etmese belki kimse ona düşkünlük göstermeyecekti, şurası muhakkak ki şarap içmek nefse uymaktır. Daha da ileri gidersek insan oğlu Allahutealaya karşı gelmiş olduğunu bilerek şarap içer.

Allahutealanın men ettiği bir şeye nasıl olurda meyledilir? Bilmiş ol ki dünyada bile kendisine karşı olduğun kişi senden hoşnut olmayacaktır.

Ey Baba,

Şarabın haram olduğunu bende biliyorum, belki de bu yüzden onu bu kadar çok istiyorum. Bilirim ki nefis zalimdir. İnsanı bin türlü kötülüğe ve belaya sürükler, çeşitli hevesleri ile insanı Allahutealanın kulluğundan uzaklaştırır. Bir insanda şarap içme eğilimi varsa ona sevap işleme yolları kapanmıştır. Ben onun bu zulmüne karşılık olarak yanlış iş işliyor, nefsime azap çektiriyorum.

Kullukta kusur işlemeyenler Allahın rahmetine ererler. Kötülük işleyenlerin ise bağışlanma ümidi vardır. Demek ki bağışlanmak için önce suç işlemek gerek. İnsanlar ktü işler ve kötülük yaparak Allahın bağışlama sıfatını harekete geçirirler.

Kul, suçtan uzak durursa rahmet kaybolur gider. Rahmet günahtan doğar ve günah işleyen herkes bağışlanmıştır. Dolayısıyla kötülük iyilikten daha faydalı bir şeydir. Günahın insan doğasına daha  cazip gelmesinin nedeni de budur. Eğer allahutealaya karşı gelen biri cezasını çekiyorsa, bu ilahi adaletin gerçekleştiği anlamına gelir. Yok eğer affediliyorsa, bu, merhamete eriştiğini gösterir. Mademki kötülük işlemek iki şekilde hikmetin ortaya çıkmasına neden oluyor, öğleyse kötülüğü terk etmek kötüdür. Gerçi sevap işleyenler rahmete daha yakındırlar. Mahşer gününde bir sıfatın tecelli etmesine sebep olurlar. Oysa kötülük işleyenler iki sıfatın tecelli etmesine sebep olurlar. Azap gerçekleştiğinde adaletin, af gerçekleştiğinde merhametin ortaya çıkmasına olanak verirler.

Ey oğul,

Doğrusu, suçun bağışlanması onun ortaya çıkmasıyla olur. Ve affedilmesi gereken bir suç olmayınca  af olmaz. Fakat bununda şartları vardır, suçun hata veya kaza veya zaruret sonucu meydana gelmiş olması gerekir. Ve sonrada hatalardan ders alıp bir daha hata yapmamak için gayret göstermek, bağışlanmak içinde af dilemek lazımdır. Kişi yaptıklarına pişman olup tövbe etmelidir. Bir kimsenin utanmazlığı alışkanlık edinip, Allahutealanın emir ve yasaklarını kendine, zamana ve ahvale göre yorumlayıp yok saymasından sonra bağışlanacağını umması ahmaklık tır. Evet bilmeden bir günah işleye kişi Allahuteala nın affına nail olabilir. Fakat bile bile yasaklara karşı duran, devam etmekte ısrar eden kişinin bağışlanmak için feryat edip ağlaması yalvarması ona fayda sağlamaz.

Ey Baba,

Söylediklerinden ümitsiz olduğunu anlıyorum. Allahutealanın rahmetinden mahrum kalanların geçmişini anlatıyorsun. Bilesin ki, bağışlanmanın derecesi günah kadardır. Merhamet de kulluk olduğu zaman vardır. Bilerek işlenen günah, bilmeyerek işlenen günahtan öncedir. Bilindiği üzere, Hazret i adem isimler ilmini biliyor, bu yüzdende yasak ağacın meyvesinden yemiyordu; Fakat Allahutealanın emrine karşı gelince bağışlanma yoluna girdi.

Biz günah işlemeye çok meyilliyiz, günahsızlık bize yakışmaz! Bundan dolayı da pek ayıplanmayız doğrusu’ Çünkü bizim ana babalarımızda günahlar işlemiştir.

Ey Oğul,

Bozguncu bir akla uymuş, bozguncu deliller ileri sürüyorsun. Onları taklit ederek öğütlerime karşı geliyorsun. Sakın bu da bir çeşit suç olmasın? Gel Allahuteala ya boyun eymede bahaneler uydurma! Cahil kimseler senin yaptıklarına bakarak onları iyi bilirler. Böylece onları kötülüğe sevk edersin bun kötülüklerde senin kilere eklenir. Bu da senin dahada kötüleşmene sebep olur.

Gel!.. Allahutealaya karşı gelen bir iş yapma ! yaparsanda gizle başkalarıda görüp öğrenmesin seni taklit etmesin! Kötülük öğretmek kötülüktür. Sakın bu kötülüğü yapma!

Ey Baba, Dünya mülkünü elde etmeye çalışanlar ve insanoğlunun geçimini üstlenenler bilgi ve hakimiyet bakımından  benden daha güçlüdürler. Mademki saz dinlemeye, meyhane yapmaya, güzellerin cilvelenmesine ve sarhoşluğa yol açan bu yerleri insanın hizmetine sunmuşlardır. Senin bu öğütlerin insanları buralardan nasıl uzaklaştırır ki? Eğer bunlar yasak sa dünyanın çeşitli yerlerinde kurulmuş olan buna benzer düzenlere ne demeli?

Haram Allahın kurallarının reddettiği bir şeydir. Din yasak ve haramlarla işlenmiştir. Böylece günaha günah işlemeye yol açılmıştır. Dünya düzeni günah ve sevaplarla beraber kurulmuştur.

Ey Oğul,

Şarabın çirkinliği herkesin bildiği bir şey. Ve sen şarap içerek keyiflenmiş onunla neşe bulmuş birisin. Öyleyse onun zararlarını anlamaya çalış, Allah düşmanlığına yol açtığını söyle! Onun kişiyi hasta etmek yoluyla dinimizin kurallarını uygulayamayacak  duruma getirdiğini kabul et! Allahu Teala  bir menfaat için günah işlemek kötüdür demiştir. Şarabın kötü olması için insanın aklını yok ettiği, akıldan uzaklaştırdığı  yetmez mi? Bir günah insanı Allahuteala ya düşman ediyorsa acaba o günah neden işlenir?

Ey Baba,

Allahuteala  şarabın yasak olduğunu bildirmişken hala onun zarar ve faydalarını sayıp dökmeye gerek varmı? İlim irfan sahibi kimseler de zaten şarap hakkında her şeyi önümüze serip anlatmışlar. Bu topluluğun Allahuteala ya kullukla meşgul diliyle söylemeye ne gerek var. Besbelliki onlar şarabı hatırlamıyorlar. Fakat bazı topluluklar var ki kulluk nedir bilmiyorlar, belli ki ayrılık çıkarmaya, günah işlemeye meyilliler, işte şarap onların akıllarını alıyor ve böylece dünyayı onları günah ve kötülüklerinden koruyor.

Nitekim şöyle denilmiştir;

Ey kötülük işleyen, kötülük yolunun yolcusu! Senin davranışların Allahuteala nın rızasına uygun değil. Akıllı olduğun zamanlarda, tüm kötülüklerin sende toplandığı bir adam oluyorsun. N’olur şarap iç! Zira senin sarhoş olman aklının başında olmasından daha hayırlıdır. Hiç olmazsa o zaman kötülük yapmaktan uzaklaşıp iyiliği de kötülüğü de unutursun.

Kısaca şarap ruhu arındırır. Kalbi güçlendirir. Bedenin azalarını terbiye eder. Fakat en büyük faydası dimağı temizleyip insanı duygusal hale getirmesidir.

Bade idrak ve anlayışı artırır. Bunun delili insanın güzel şarkılardan zevk almasıdır. Kirli zihinleri temizlediği için sarhoş olan hep hoş şarkılar dinlemek ister.

Ey oğul,

Övdüğün şeyin kötülükleri, sunduğun delilerden belli oluyor. Şarap insanı duygulandırır, hoş şarkılardan zevk almasını sağlar dedin, bu yolda anlayışı harekete geçirir dedin. Bu onun uygun olduğunu değil bilakis ondan sakınmak gerektiğini gösterir. Çünkü müzik çocukların şarabıdır, çocuklar da onunla sarhoş olur. Boş işlerle uğraşanların hastalığıdır. Ne hakikatı anlamış kişiler, ne de Allah yolunda olanlar onunla ilgilenir. Müzik eğlence demektir. Bu da aklın bozulması, edebin bırakılmasıdır. Ona heves etmek noksanlıktan başka bir şey değildir. Olgun arif insanlar asla ona rağbet etmezler.

Ey Baba,

Bu güzel, ruh okşayıcı şarkılar Allahuteala nın yüceliğine uzanan bir yoldur. Yüce alem lere müzik merdiveni ile erişilir. Ruha yüceliklerden haber verir. onu cismani bağlılıklardan kurtarır. Onun her bir makamı bir sırrı açıklar. Her namesi Hakka yalvarıştır. Böylesi bir zevke meyilli olmak aklın gereğidir. Bu istek ve heyecanı dilemek yaradılışta vardır. Musikinin ne denli yüce bir şey olduğunu ispat etmek için, onun soğuk kalpli insanlara tesiri sıcak aşk ateşiyle gönüllerini yakması, onları habersizlik uykusundan uyandırması yeterlidir.

Hoş seda, aşkın doğmasına sebeptir. Musiki aşk tan haberi olmayanlara aşkı fısıldar. Aşk gizli bir sırdır ki, onun vasıtası ile ortaya çıkar. Aşk sırrı, sazın perdelerinin ötesinde açılır, açıkça görünür hale gelir.

Ey Oğul,

Müziği aşkın ortaya çıkışında bir vesile sanıyorsun, bu isabetli bir görüş değildir, güzel sözler ve notalar aklı değil, hevesleri harekete geçirir. Üstelik Senin sandığın aşk hiç de güzel bir şey değildir. İnsanın adını kötüye çıkarır, sevdalanmakta şimdisi ve geleceği olmayanların yoludur. İnsanı selametten uzaklaştırıp, felakete götürür. Aşk iradeden uzaklaşıp olmayacak heveslere kapılmaktır. Güzel yaratılışlı insanların aşkın peşinden koşmaları şaşılacak şeydir. Zira onlar kınanmaya vesile olacaklarını da bilirler. Hal böyle iken aşk niçin güzel sözlerle övülür? acaba insanlar onun ne faydasını görmüşlerdir?

Hikmetli kişi aşkı sevda temeline oturtur. Sevdayı hedefleyen kişide divane olur. Aşığın divane gönlünde aşk havası vardır. Öyleyse yanmış yıkılm

ış gönülde, ateşin kımıldanışından ibret almak gerekir.

Ey Baba,

Mecazi konuşuyor, hakikat yolunda yürümüyorsun. Bilmiş ol ki aşk, insanın yaratılışında vardır. İnsan ruhunun gerçeğidir. Tüm yaratılmışları içine alan akıl, irade nin kullanılışını ona teslim etmiştir.

Aşk anlatılmaktan uzaktır. Bunu biliyorum. Aşk Allahın, insanlara en büyük ihsanıdır. Bundan haberdarım, Aşk aşığın adını yükseltir. Bunun farkındayım. Güzel yüzlülerin güzelliğin tecellisinden haberdar olması ve sevgililerin bu güzelliği görerek iradelerini kaybetmeleri, aşkın güzelliğinin en büyük delilidir.

İnsan en güzel ve mükemmel şekilde yaratılmışdır  ve Allahutealanın güzelliğine sahiptir. Allahuteala nın yaratıcı kudreti en güzel şekliyle onda tecelli etmiştir. Eğer aşığın gözü aşkla Allahuteala ya bakmazsa Allahuteala nın o yaratıcı gücü boşa gider.

Ey Oğul,

Aşk la güzellerin güzelliği arasında ilgi kurulması, aşkın çirkinliğine delalet eder. Onun güzel olduğuna değil… zira güzellerin cazibesine kapılmak, aklın çalışmasını engeller, kamil insanların değerlerinin azalmasına sebep olur. Bir güzelin yüzüne şehvetle bakan kişi dünyayı ve ahreti unutur. Dünyanın maskarası olur. Çünkü o güzel onu parmağında oynatır. Bilhassa şekli güzelliğe önem verenler bu yola rağbet ederler.

Şekli güzelliğe aşık olanın aşkı o güzelliğin zamanla bitmesiyle son bulur. Güzellik aşkın konağıdır ve yok olan bir süstür. Aşksa sebatsız bir şeydir, yerinde durmaz. Güzel yüzlülerin zülfünün kıvrımları, cahillerin yoluna tuzak olur.

Ey Baba,

Herkes in güzel dediği güzel yüze sen güzel demiyorsun. Güzele bakmaktan da zevk almıyorsun. Bilmiş olki , güzellik allahuteala nın aynasıdır. Mürid olan kişinin kılavuzu Allahutealanın göründüğü ve sonsuz feyiz kaynağı olan güzelliktir. Sevmek ve hoşlanmakla cemalin yok olacağını düşünmekte cahilliktir. Çünkü onun hakikatine hiç bir zaman zarar gelmez. Gizli, bilinmeyen alemin güzelliği her daim huzura kaynaklık eder. O sır perdesinin ardında ki güzel, çeşitli şekillere bürünerek kendini gösterir.

Zaman değişmişse bu o na nasıl zarar verebilir? Kıyafetleri değişmişse bunda onun ne kabahati var? Güzellikte onun niceliğini aramak gerek; uzuvlar arasındaki ilgiyi değil! Sevgilinin cemalinden kast olunan gerçeğin ta kendisidir. Güzelliği oluşturan parçaların birbirine uygunluğu değil…

Güzelliğin temelinde su ve toprak vardır, buna ne şüphe! Fakat güzelin yüzünde tecelli eden hakikattır.  Bu varlık perdesinde her daim bir oyuncu vardır. eğer böyle olmasa ne perde, ne perdeci, nede perdedeki resim olurdu.

Suretten manaya giden bir yol vardır. Unutma ki, mana gülünün  tomurcaklandığı  yerler suret bahçeleridir.

Ey oğul,

Bunca zaman tartışmayla geçti, zamanımızı boşa harcadık. Ne benim öğütlerim sana bir fayda verdi, nede senin getirdiğin deliller bana bu şekilde zıtlaşma yolunu tutarak senden uzaklaşmak istesem de, sana olan düşkünlüğüm ve sevgim beni engelliyor, bir türlü bırakmıyor. Aramızdaki anlaşmazlığı kaldırmak için verdiğim öğütler senin gönlüne tesir etmiyor, olumlu bir gelişme göremiyorum. Ben bu işin çaresini bulamadım. Ne’olur bu işin çaresini biliyorsan sen söyle !..

Ben derdime derman bulamadım. Seninle meşgulüm fakat bu kadar gayret ve uğraşım sonuç vermedi. Bütün ömrüm seninle konuşmak sana bir şeyler anlatmakla geçti. Ömür bitti ama söz bitmedi.

Ey Baba,

İki şey insanı fesada düşürür. Bunların her ikisi de şekil bakımından birbirine benzer. Bunlardan birincisi riyadır ki birçok Allah yoluna girmiş, şüpheli şeylerden kaçan, Allah korkusu ile dünyadan elini çekmiş mübarek kişinin yoluna tuzak kurar.

İkinci si zinadır ki Allaha yakın olabilme yolunu seçmiş dünyayı umursamayan, kalender,  gelişi güzel yaşayan birçok kişinin yolunu keser. Bu iki bozguncu ortadan kalkarsa senin ve benim hakikatim birleşir. Ben senin riya kar olduğunu düşünüyorum. Sen benim zina kar olduğumu düşündüğün için sözlerini abartıyorsun. Ne zamanki ikisinin arasındaki bu şüphe ve zan kalkarsa, sen benden uzaklaşmayacaksın. Benim zinam ile senin riyan aşağı yukarı aynı şeydir. Kötülük eden ,fesatçının kötülüğü, Allaha kulluk ve ibadet eden kişinin riyası(İnandığı, düşündüğü gibi davranmama, özü sözü bir olmama huyu, ikiyüzlülük) ile aynıdır..

Sen riya kar davranmakla Allahtan uzaklaşırsın, ben ise günahlarımla uzaklaşırım. Her ikimizde bunlar dan  kurtulduğumuzda iki dünyayı kazanmaya muktedir oluruz.

Ey Oğul,

Benim riyam birazda olsa faydalı olabilir. Gerçi riya benim ibadetlerimi geçersiz hale getirir ama bazı insanlar benim dış görünüşüme ve davranışlarıma bakarak, özenir ve Allahutealaya  kulluğa yönelirler. Bu yüzden ben görünmeyen riyakar davranışlarımla Allahutealanın azabını hak eder gibi olsam da, görünen yönümle de sevaba sebep olurum. Bu itibarla riya kar olanın bir çaresi vardır. Fakat yasakları çiğneyip asilik yapanın affa uğramak için ne gibi bir özrü olabilir! Riyanın çirkin bir şey olduğu besbellidir. Riya sahipleri Allah utealaya yaklaşmaktan uzaktırlar. Kulluk, bu çirkin davranışlardan arındırıldığında, rengi ve kokusu hoş hale geldiğinde güzeldir.

Ey Baba,

Bilesin ki, Allaha yakın olamaya çalışanların nazarında tövbe bir değer ifade eder. Ve o değeri anlamaya sebep olanda işlenilen günahtır. Yasakları yaşayıp, tadanlar işte o yoldan geçmişlerdir. O suçluluk duygularını iyi bilirler, onun içinde yasaklardan sakınanlardan bu bakımdan üstündürler. Yasağı yaşamamış olanlar taklitçidir. Onu yaşayanlar ise gerçeğe giden yolu arayanlardır.

Yanlış yapılan her işte bir fayda vardır. Fakat insanlar bundan habersizdir. Allah u teala ya yemin olsun ki, günah karların tövbesi, günahsızların gururundan daha iyidir.

Allah u Tealaya şükürler olsun ki ben yasakların hakikatine ulaştım. Onları ayaklarımın altına aldım, onlara karşı durmayı öğrendim.  Nitekim nikahla gelen boş düşünce ve hevesleri boşadım. Ona yol verdim.

Gönül dünya bir hiç tir dedi
Dünya için gam çekmekte bir hiç
Gamı def etmek için şarap içti.

Bir müddet sarhoş düştü
Aklı başına gelince gördü ki
Aslında bu da bir hiç ti.

Ey Oğul,

Öyle görünüyor ki, sen ne kendi inancında kaldın, ne de benim dediğim yere geldin. Benim inançlarımı delillerinle çürüttün. Sonunda kendi inancını da hiç’ e çıkardın. Bu şaşkınlık göstergesidir. Eğer cihanın her şeyi hiç ise hiç nerededir. Eğer bu dünya senin gözünde varlık sahibi değilse mutlak var, var mıdır?

Ey Gözünde her şeyin varlığı boşa çıkan oğul! Gözle görünenler hususunda ki düşüncen yanlıştır. Hepsinin asılsız ve geçersiz olduğunu söylüyorsun. Öyleyse söyle Hakk’ın varlığı varsa nerededir?

Ey Baba,

Şu dünyanın hallerini asılsız ve geçersiz bilmek hakkı beyan etmektir. Allahuteala’dan başkasını yok bilmek mutlak varlığın ispatıdır. Ben ve sen varlık mülkünde (Dünyada)bulundukça hak ve batıl kavgası devam edecektir. Batıl (Asılsız ve geçersiz olan)ortadan kalksın diye , gel ben ve sen birleşelim ve Biz olup onu ortadan kaldıralım! O zaman söylenen de işitilende Hakk’ın ta kendisi olur.

Bu konuşulan ve tartışılanlar sonucun da Baba, irfan sahibi oğlunun uyarmalarını göz önünde bulundurarak, yaptıklarını ve düşündüklerini önüne koyup riya karışmış hallerine son verdi.

Oğul da işin aslına vakıf olan babasının öğütlerinden faydalanarak geçmişte işlediği günahlara tövbe edip temizlendi. Her ikisi de birbirlerine ters düşüp, çatışmaktan vazgeçip bu davranışlardan arınarak teklik mertebesine ulaştılar. Dostluk yolunda hidayetle birlikte yürümeye koyuldular…

Fanilik köyünde akıllı ile deli birdir,
Deryada taş ile inci bir
İyi ve Kötü olmayınca
Mescit ile meyhane birdir,
Bir…